İNSAN EN ÇOK ÖĞRETİRKEN ÖĞRENİR
MAGAZİN"Doç. Lale Akay Umul, Klasik Kemençe icracılığını, öğretmenliği, şefliği ve akademisyenliği tek bir potada eriten, Türk müziğinin çok yönlü ve önde gelen isimlerinden biri. İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı'nda (TMDK) öğrencilikle başlayan, ardından aynı kurumda hocalığa yükselen bu köklü kariyer; İhsan Özgen ve Cüneyd Orhon gibi iki büyük ustanın ekolünü birleştirerek kendi sanatsal kimliğini inşa etti. Umul, sadece sahnedeki kemençe virtüözlüğüyle değil, aynı zamanda Lalezar gibi genç icracı topluluklarını kurarak ve "Toplu Uygulama Dersi"ni kurumsallaştırarak Türk müziği eğitimine yön veren pedagojik yaklaşımlarıyla da tanınıyor. Akademik çalışmalarıyla icracılığını besleyen, müziği bir "ibadet biçimi" ve "Allah'a yakınlaşma yolu" olarak gören sanatçı, hayatın zorluklarını kemençesi ile yendi ve kemençesi ona bir anlamda yoldaşlık etti. Bu röportajda, akademik zirvelere tırmanırken dahi "alaylı" ruhunu koruyan, ustalarından devraldığı sanat meşalesini genç nesillere devretmeyi misyon edinen Doç. Lale Akay Umul ilham verici sanat, azim ve vefa dolu yolculuğunu, "Mikrofon Senin" adlı röportaj köşemize anlattı..."
EĞİTİM VE ERKEN KARİYER: İTÜ TMDK'DA ÜÇ TELLİ KEMENÇE EĞİTİMİ ALMANIZ VE DAHA SONRA AYNI KONSERVATUVAR DA DERS VERMEYE BAŞLAMANIZ KARİYERİNİZDEKİ ÖNEMLİ DÖNÜM NOKTALARINDAN. ÖĞRENCİLİKTEN HOCALIĞA GEÇİŞ SÜRECİNİZDE HİSSETTİKLERİNİZ VE BU DEĞİŞİMİN SANATINIZA ETKİSİ NE OLDU?
İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'na 1983 senesinde girdim. Konservatuvara girmeden önceki altyapım, hem okulda almış olduğum müzik eğitimi hem de Radyodan dinlediğimiz müzik dinleme kültürü sayesinde oluştu. Kulaklarımız sürekli Türk müziği dinliyordu; sadece Türk müziği değil, diğer müzik türlerine de aşinalığımız vardı. Doğduğum yıllarda radyo kültürü çok yaygındı. Radyo sürekli açık olurdu. Halk müziğinden Yurttan Sesler, Türk müziğinden beraber ve solo şarkılar, klasik Batı müziği alanında konser programları ve bugünkü pop müziğin o zamanki adı olan aranjman parçalar sürekli tekrarlanırdı. Sadece müzik programları değil, "çocuk radyosu" eğitim programları ve "arkası yarın" ismi ile her gün yayınlanan Radyo,Tiyatro oyunları da her yaştan kesime uygun, çok kaliteli içerikler sunuyordu. Biz bunları dinleyerek büyüdük. İlkokula başladığım dönemlerde Türkiye'ye televizyon henüz yeni gelmeye başlamıştı. O zamanlar tek bir kanal vardı, o da TRT'ydi. Televizyon belirli saatlerde yayın yapardı. Günümüzde bazı çocuklar ise şarkı ya da türkü dinlemeyi bırakın, eline cep telefonu alarak sosyal medyada, TikTok'ta sanal oyunlar oynuyor veya yapay zeka müzikleriyle vakit geçiriyor; bu durum çocukların ruhunu ve kalbini ele geçiriyor. Çocukken beni çok etkileyen eserlerden biri, 1970'lerde Barış Manço ile Cüneyd Orhon'un platin plak ödülü aldıkları "Dağlar Dağlar" isimli eserdi. Bu eserin başındaki kemençe nağmeleri beni benden almıştı; kentten alıp kırsal kesimlere götürüyordu. Küçücük yüreğime dokunmuştu ama o yaşlarda duygularımı ifade edemiyordum. Kendi kendime, "Acaba bu enstrüman neyin nesi?" diye soruyordum. Hiç kimse bilmiyordu. Kimse klasik kemençeyi tanımıyordu; kemençe denince akla sadece halk müziğimizin enstrümanı olan Karadeniz kemençesi geliyordu. Oysa bir de Türk müziğinde kullandığımız klasik kemençe varmış. Yani iki çeşit kemençemiz varmış. Klasik kemençe popüler bir enstrüman olmadığı için, bu enstrümanı ilk olarak rahmetli Barış Manço'nun "Dağlar Dağlar" eseriyle duydum. Yıllarca bu enstrümanla tanışmak için peşinden koştum ama konservatuvara girene kadar bulamadım. Bu yüzden çeşitli enstrümanlara yöneldim: bağlama, mandolin, piyano, org, keman, blok flüt çalmayı denememe rağmen, kemençenin tınısını hiçbirinde bulamadım. Müzik Hocalarım da sesim üzerine, Akapella dediğimiz koru müziğine (çok sesli müziğe) yönelmem konusunda tavsiyede bulundular. O dönem de Gökçen Koray yönetiminde TRT İstanbul Radyosu Gençlik Koroları kurulmaya başlamıştı. Müzik Hocalarım beni oraya hazırladılar. Ben de 13-14 yaşındayken sınavı kazandım ve konservatuvar öncesinde orada gerçekten çok iyi bir Müzik eğitim aldım. Oradaki hocalarım beni Mimar Sinan Devlet Konservatuvarı Şan Opera Bölümü'ne girmeye ikna ettiler. Liseyi bitirdikten sonra Eylül ayındaki konservatuvar sınavlarına hazırlanıp girecektim ama kayıtların kapandığını, sınavın Mayıs ve Haziran dönemlerinde iki aşamalı yapılıp bittiğini söylediler. Sınavı kaçırdığım için çok üzüldüm. Üzüldüğümü gören yetkililerden biri Nişantaşı'nda Türk Müziği devlet konservatuarının olduğunu ve kayıt yapabileceğimi söyledi ve Sınavların da Eylül ayında başlayacağını belirtti. Annemle birlikte derhal Nişantaşı Türk Müziği devlet konservatuarına gittik. Bir Cuma günüydü ve kayıtların son günüydü. Çok şükür kaydımı yaptırdım. Bu durumu öğrenen, beni Mimar Sinan'a hazırlayan Müzik öğretmenlerim Sınavın tarihini kaçırdığıma çok üzüldüler. "Biz seni Batı müziği için hazırlamıştık, bari ses bölümünü seçme, yoksa Türk müziğinden Batı müziğine geçişin zor olur. Enstrümanla ilgili bir bölüm seç," dediler. Marmara Üniversitesi Müzik kökenli olan hocalarım bana çok sağlam solfej, armoni, şan eğitimini vermişlerdi. Sınavı birincilikle kazandım. Hemen jürideki hocalar, "Kızım, sesin çok güzel, neden enstrüman bölümünü seçtin? Gel seni Şan bölümüne geçirelim," dediler. Ben de, "Efendim, ben enstrüman eğitimi almak istiyorum," dedim. Hangi enstrümana kayıt olmak istediğim soruldu. Hocalarım bana keman dedikleri için aklımda kalmıştı, ben de keman dedim. Ancak, "Kayıtlı dokuz kişi bulunuyor, toplam dört saat ders süresi var. Seni de alırsak ders süreniz yarım saatten daha aza düşer," dediler. Türk müziği enstrümanlarından birini seçmemi tavsiye etiler. Ben de "Az seçilen enstrüman hangisi?" diye sordum, kemençe dediler. Okulumuzda iki tip kemençe olduğunu söylediler: üç telli ve dört telli kemençe. O zaman ki Cahil aklımla üç telli kemençeyi daha çabuk öğrenirim diye düşündüm. Halbuki dört telli kemençe, kişiyi pozisyon yapma zorluğundan kurtarıp dördüncü tel ile her eseri birinci pozisyon da çalma açısından kolaylık sağlıyormuş. Kayıdımı oluşturdular ve hocamın İhsan Özgen olduğunu söylediler. Ertesi gün dersime girmek üzere kapıdan içeri girdim ve kemençenin sesini duydum. Aman Allah'ım! Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu heyecandan. Dört yaşımdan beri Barış Manço'nun "Dağlar Dağlar" isimli parçasında Cüneyt Orhonun kemencesini duyduğum ama ismini bilmediğim bu estürümanla nihayet 17 yaşımda tanışıyordum. Benim için inanılmaz bir mutluluktu. Biz klasik kemençe ile sadece Türk Sanat Müziği eserlerinin çalındığını zannediyorduk oysa Cüneyd Bey'in 1970 yılında "Dağlar Dağlar" parçasındaki emprovize (doğaçlama) taksimle ve Barış Manço ile birlikte bir gitar bir kemençe şeklinde yapmış oldukları müzikle, bu enstrüman pop müziğine de girmiş oldu. Bu enstrümanla her tarz müzik yapılabilir. Üç telli dediğim için İhsan Hocam'la çalışmalarıma başladım. Zaman içerisinde dört telli kemençenin eğitimini konservatuvarımız da veren Cüneyd Orhon ilede tanıştım. Konservatuvarımız da dönem sonlarında Estürüman alanında jüriyle sınavlar oluyordu.. Jürilerimizde okulumuzun en önemli ustaları ve hocaları bizi sınav ediyorlardı. Bunlar İhsan Özgen, Cüneyd Orhon ve Kamuran Erdoğru idi. Onlar beni çok sevdi, ben de onları çok sevdim. Müzik aşkı bende o kadar değerliydi ki, on yıllık bir müfredatı dört yılda tamamladım. Yirmi yaşımda Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nda önce ücretli öğretmenliğe başladım. İki yıl sonra da araştırma görevlisi kadrosuna geçtim. O süre zarfında kendime verdiğim sözü de tuttum. Master ve doktora derslerimi de aldım. Bu süreç altı yıl sürdü. Bir yandan da araştırma görevliliğim devam ediyordu. Ülkemizin kıymetli repertuar hocalarının derslerine, repetütör olarak görevlendirildim. Bu şekilde master'ımı ve doktoramı (bizde karşılığı sanatta yeterlilik deniliyor) bitirdikten sonra sanatçı öğretim kadrosuna atandım. Bu arada İhsan Özgen Hocam'ın kurmuş olduğu Bosphorus( Boğaziçi) Grubu'na kemençe sanatçısı olarak davet edildim. Bu grup sayesinde Ülkemizin en önde gelen en kıymetli saz ve ses sanatçılarıyla hem yurt içinde hemde yurt dışında birlikte Çalışma ve Konser verme imkanına nail oldum. Bu duayyen Sanatçılar; Kani Karaca(ses),Hurşit Ungay (kudüm), Erol Deren (kanun), Mutlu Torun (ud)Ümit Gürelman ve Fuat Türkelman (ney). Bu virtüöz hocalarla 1989 yılında Yunanistan da bir aylık konser turnesine çıkmadan önce bir yıl gibi bir süre içerisinde Türkmüziğinihemen her formunda ki eserler üzerinde çalıştık. (peşrev, saz semaisi, oyun havaları, Mevlevî âyinleri, dinî müzik ve halk müziği gibi... ) Yunanistan'nın Antik tiyatrolarında bu eserlerin konserlerini verdik. Canlı konserler de eserler kayıt edildi. Bu eserler Yunanistan da ve Türkiye'de önce Plak (Lp) plak olarak çıktı. Daha sonra Ada müzik bunları 4 albüm halinde cd formatında yayınladı.
KLASİK KEMENÇE İCRASI VE EĞİTİMİ: İHSAN ÖZGEN'İN ÖĞRENCİSİ OLARAK BAŞLADIĞINIZ ÜÇ TELLİ KLASİK KEMENÇE EĞİTİMİNİ, CÜNEYD ORHON'DAN ALDIĞINIZ DERSLERLE NASIL BİRLEŞTİRDİNİZ? BU İKİ FARKLI EKOLÜN MÜZİĞİNİZDEKİ VE ÖĞRENCİLERİNİZE AKTARDIĞINIZ PEDAGOJİK YAKLAŞIMDAKİ YANSIMALARI NELERDİR?
Türk Müziği'nin en büyük ustaları olan İhsan Özgen, Cüneyd Orhon ve Kamuran Erdoğru gibi isimlerin öğrencisi olmak ve onların karşısında sınavlara girmek, müzik kariyerimin en özel ve belirleyici dönemleriydi. Üç telli kemençe eğitimime İhsan Özgen'in nezaretinde başladım ve dört telli kemençe eğitimimi Cüneyd Orhon hocamla bu bilgileri pekiştirdim. Konservatuvarda her yarı dönemde, bu üç büyük ismin oluşturduğu jüri önünde sınava girerdik. İlk yarı dönem sınavında repertuvarımız sadece Rast makamından oluşuyordu. Ancak İhsan hocam bende gördüğü büyük isteği ve potansiyeli fark ederek bana daha ileri bir repertuvar verdi: (Karcığar ve Mahur makamlarında eserler.)
Yarım dönem gibi kısa bir sürede bu zorlu repertuvarın altından başarıyla kalkmamın ardından, sınavdan sonra Cüneyd hocamın yanıma gelip ellerimi tutarak şaşkınlıkla sorduğu şu soruyu hiç unutamam: "Sen daha önce bu enstrümanı tanıyor muydun?" Cevabım, ustalarıma olan minnettarlığımı en saf haliyle dile getiriyordu: "Ben bu enstrümanı sizin sayenizde tanıdım." Hocamın mutluluğu büyüktü. "Biz senin gibi başarılı bir öğrenciye sahip olduğumuz için çok şanslıyız. Kapım sana daima açıktır," diyerek beni onurlandırdı. Bu sözler, benim için bir başlangıçtan çok daha fazlasıydı. ıklığ'dan Dört telli kemençeye Tele Uzanan Tarih; Konservatuvarımızdaki hocalarımız yenilikçi ve gelişımci bir bakış açısına sahiptiler. Enstrüman Yapım Bölümü Ana Sanat Dalı Başkanı olan Cafer Açın hocamız, sadece geleneksel saz yapımını değil, sazların geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapmayı da teklif etmişti. Cüneyt Hoca'nın buna cevabı netti: "Tabii, burası bir üniversite. Tüm sazlarda bu gelişmeyi yapmalıyız." Bu vizyon, kemençenin tarihsel gelişimini de anlamamızı sağladı. Kemençenin ilk hali, tek telli bir saz olarak ok ve yaydan (ıklığ) meydana geliyordu. İkinci tel eklendiğinde melodi tam yeterli olamamış, sadece oyun havalarında dem teli olarak kullanılmıştı. Aşağı yukarı 150-200 yıl önce eklenen üçüncü tel ile kemençe daha melodik çalınabilir hale geldi. Vasil'in Dört Telli Kemençeyi Denemesi: Büyük kemençe virtüözü Vasil, üç telle kemençeye yetinmeyip dört telli kemençe denemesi yapmış, ancak bu kayıtlar o dönemin teknolijisi kovanlara kaydedilmiş maalesef günümüze ulaşamamıştır. Tamburi Cemil Bey ve "Demirden Leblebi": Türk Müziği'nin zirve isimlerinden Tamburi Cemil Bey de ömrünün son dönemlerinde kemençeye merak salmış, Vasil'den ders alarak o da kemençesine dördüncü teli denemesi yapmıştır. Cemil Bey'in kendi bestelediği Şeddaraban Saz Semaisi'ni dördüncü hanesini çalarken zorlandığına dair o meşhur Ramazan hikayesi, kemençenin ne kadar zorlu bir enstrüman olduğunu gösterir. Cemil Bey, kemençe için: "Harika bir enstrüman ama demirden bir leblebi" diyerek, bu sazı hakkıyla çalabilmek için büyük bir özveri, aşk ve emek gerektiğini vurgulamıştır. Onun hem üç telli kemençe (Andelip) adını verdiği hem de dördüncü teli denediği kemençe kayıtları günümüze ulaşmıştır. Kemençe, tırnakların tele temasıyla çalınan, icrası zor bir enstrümandır. Bu Estürümanla değil kemençe icracısı yetiştirmek, kemençe Hocası yetiştirmekte kolay değildir. Cüneyd Orhon hocamın yaşı ilerlediğinde ilerde okulu bırakma vakti geldiği zaman, beni derinden etkileyen o konuşma gerçekleşti. Hocam, tam istediği kıvamda dört telli kemençe bir öğretmen yetiştiremediğinden ve dört telli kemençe ders programının kendisi vefat ettikten sonra kapanabileceğinden duyduğu üzüntüyü dile getirdi: "Pek çok öğrenci yetiştirdim çoğu devlet korolarını, radyoyu ya da başka alanları seçtiler. İsterdim ki arkamdan gelecekler senin gibi kumaşı yüksek bir kemençe öğretmeni olsun; En büyük üzüntüm de ben gittikten sonra eğer yerime dört telli kemençe de Senin gibi bir hoca bulumaz ise dört telli kemençe programının kapanacağının endişesini taşıyorum. Bu sözler içimi titretti. O an, hocamın mirasına sahip çıkma kararlılığım oluştu: "Hocam, kimse devam ettirmezse bile ben devam ettireceğim," dedim. Gözleri mutluluktan doldu ve bana minetarlıkla sarıldı. Çünkü bu, söz hocam için bir vaatti. O günün Müdürü, aynı zamanda Armoni ve Form Bilgisi Hocam olan büyük bestekâr Yalçın Tura'nın yanına çıkan Cüneyd hocam, benden sonra derslere benim girmemi tavsiye ediyor. "Arzu ederseniz bir sınav dahi açabiliriz lale için" diyor. Müdürümüzün cevabı ise bu görevi devralmamın resmi onayı oldu: Lale hoca zaten bu okulda 3 telli kemençe Hocası 4 telli kemençe Hocası olması için sınava girmesine gerek yok. Sizin bu isteğiniz bizim için yeterlidir.. Yeni dönemde 4 telli kemençe derslerine Lale Hoca’yı da yazıyoruz." Bu an, benim için hem bir onur hem de hocama verdiğim sözü tutmanın başlangıcı oldu. Bu kıymetli hatırayı, o gün bugündür öğrencilerime anlatıyorum. Yalçın Tura hocamıza da (büyük besteci ve ödüllü bir isimdir) Allah uzun ömürler versin.
AKADEMİK ÇALIŞMALAR: KLASİK KEMENÇE VE TÜRK SANAT MÜZİĞİ ÜZERİNE YAZDIĞINIZ MAKALELER, KİTAP BÖLÜMLERİ VE KİTAPLAR BULUNUYOR. AKADEMİK ÇALIŞMALARINIZIN, İCRACILIĞINIZ VE ŞEFLİĞİNİZ ÜZERİNDEKİ EN BÜYÜK KATKISI NEDİR VE BİR AKADEMİSYEN OLARAK TÜRK MÜZİĞİ ALANINDA GÖRDÜĞÜNÜZ EN BÜYÜK BOŞLUK NEDİR?
Akademik kariyerim, klasik kemençe icracılığı ve öğretmenliğinin ötesinde, zaman içinde biriken tecrübe ve bilgi birikimiyle şekillendi. Başlangıçta sadece kemençe dersleri verirken, Sanatta yeterlilik ( doktora) programının tamamladıktan sonra 1996'dan itibaren artık konservatuvarda Türk müziği eğitiminin temel taşlarından olan Türk Müziği Solfeji ve Nazariyatı gibi derslerin de girmeye başladım. Bunun yanı sıra, öğrencilerin sahne pratiği ve topluluk içinde çalışma disiplinini geliştiren Toplu Uygulama Dersleri henüz daha yoktu. İlerleyen zamanlarda ders olma fikrini öneride bulunarak derslere girmeye başladım . Bu yoğun ders ve icra pratiği, doğal olarak akademik çalışmalara zemin hazırladı ve neticesinde makaleler ve kitap bölümleri kaleme aldım. Bu birikimin oluşmasında, hocalarımdan dinlediğim ve bizzat şahit olduğum başarılı hayat hikayeleri ve tecrübeler en büyük ilham kaynağım oldu. Türk müziğinde çalışmanın, özellikle de eski dönemlerdeki zorlukları, yalnızca kemençe hocalarımdan değil, tüm değerli hocalarımdan edindiğim kıymetli bilgilerdi. Bu değerli isimlerden biri de okulumuzun Kanun Hocası, Türkiye’de müziğin kurumsal kimlik kazanmasına öncülük etmiş, MESAM’ın ilk kurucularından olan Nevzat Sumer Hoca idi. 2000’li yıllara girerken Nevzat Hocam ile çok kıymetli ortak çalışmalarda bulunduk. Nevzat Hocam, saz eserleriyle yapılan topluluk müziğine büyük bir önem verirdi. Kendisi bana "Müzik Kızım" diye hitap ederdi. ben de ona "Müzik Babam" diye hitap ederdim. Bu özel lakap, aramızdaki derin sanat bağını ve karşılıklı saygıyı ifade ediyordu. Maalesef, ülkemizde saz eserlerinin değeri yeterince bilinmiyor. Bu saz eserlerinin değerini ortaya çıkarmak için Nevzat Hocam ile, yeğeninin stüdyosunda bu kıymetli eserleri çalışmaya başladık. Ve İstanbul Klasik Türk Müziği Orkestrası’nın ilk temelini burda oluşturduk. Nihayetinde de birçok ortak projemiz oldu. Özellikle birlikte çalıştığım İstanbul Klasik Türk Müziği Topluluğu ile sadece bir yıl içinde tam 200 farklı saz eseri icra ettik. Bu devasa repertuvarın, titiz bir çalışmayla sadece 48 tanesini 6 ayrı CD'de toplayabildik. Topluluğumuzun bu başarısında, o dönemler 70 yaşının üzerinde olmasına rağmen olağanüstü enerjisi, hızı ve becerisiyle bizlere ilham veren, 1927 doğumlu kıymetli büyüğümüz Nevzat Sumer Hocam'ın büyük emeği vardır. Kendisi sayısız konser ve etkinliğin gerçekleşmesine öncülük etmiştir.
LALEZAR KLASİK TÜRK MÜZİĞİ TOPLULUĞU: 2000 YILINDAN İTİBAREN KURUCU OLDUĞUNUZ VE ŞEFLİĞİNİ YAPTIĞINIZ LALEZAR, İTÜ TMDK TOPLULUĞUN KURULUŞ AMACI VE GENÇ İCRACILARIN TÜRK MÜZİĞİ REPERTUARINI ÖĞRENME VE İCRA ETME SÜREÇLERİNE KATKISI HAKKINDA NELER SÖYLEYEBİLİRSİNİZ?
Konservatuvara gelen öğrencilerimiz genellikle 10-11 yaş aralığında, yani çocukluk döneminde oluyorlar. Bu yaş grubuna makam ve nazariyat gibi derin konuları öğretmek zorlu bir süreç. Ancak biz, müziği ve enstrümanı onlara bir oyun haline getirerek sevdirmeyi başardık. Bizler Türk müziğini dinleyip öğrenme acısından çok şanslı bir nesildik; bizim dönemimizde sadece Radyo vardı ve kaliteli koro/konser çalışmalarını dinleme imkanımız olurdu. Televizyon daha sonra yayın hayatına başladı. Ardından TRT tek kanal olarak pek çok kaliteli Müzik programları ve konser çalışmalarını izlerdik. Ancak şimdiki nesil, yapay zeka sesleri ve pek çok "kirli" Müzik seslerinin Türk müziğine uzaktan yakından alakası olmayan seslerin olduğu programlarla karşı karşıya. Eskiden Reklamlarda bile türk müziği geçişleri kullanılırdı. Ama şimdi malesef her yaşta insanlarımızı Türk müziğinden uzaklaştırıyorlar. Buna sebep ise çeşitli Müzik kanallarında yayınlanan Milli Müziğimizin seslerinden uzak (THM,TSM) Müzik Programları ve Reklam Müzikleri; İşte bu bilinçle, Nevzat Sumer Hocamızın 2000’li yıllarda kurduğu İstanbul Klasik Türk Müziği Orkestrası’nın bir nevi küçük örneğini, okulumuzdaki öğrencilerimle birlikte hayata geçirdim. Öğrencilerimin, "Hocam sizin isminiz Lale, biz de sizin çiçekleriniziz" demeleri üzerine, grubumuzun adını "Lalezar" koyduk. Bu grup ile pek çok okul içinde ve okul dışında konserlere davet edildik. Çok büyük ilgi eşliğinde yoğun takdir topladık. Bugün, o ilk öğrencilerimin çoğu artık benim meslektaşım oldu. Bu, benim için en büyük gurur kaynaklarından biridir. Lalezar Klasik Türk Müziği Topluluğu orkestrası geniş bir enstrüman yelpazesini kucaklayan, 14 yaş ile 24 yaş arası bir ekipten oluşuyordu. Sayısı 3 kişi de olabiliyor 30 kişiyi de aşabiliyordu. Topluluğumuz, mızraplı, yaylı ve vurmalı sazların zengin bir birleşimini sunuyordu. Zamanla orkestra grubumuza katılmak isteyen öğrenci sayısının ve talebinin çok artması üzerine, bu coşkuyu kurumsal bir yapıya dönüştürmeye karar verdim ve okula bir teklif götürdüm. Önerim, bunu resmi bir ders haline getirmekti: "Toplu Uygulama Dersi"
Bu dersi daha kapsamlı hale getirmek için üç ana başlık altında toplanmasını önerdim:
Türk Halk Müziği Uygulaması
Türk Sanat Müziği Uygulaması
Batı Müziği Uygulaması
Nihayetinde, teklifim kabul edildi ve bu dersler toplu uygulama dersi olarak okulumuzda kurumsallaşarak müzik eğitimine önemli bir katkı sağladı.
SANATSAL KİMLİK: İCRACI, ŞEF, AKADEMİSYEN VE ÖĞRETİM GÖREVLİSİ KİMLİKLERİNİN HEPSİ SANATSAL YAŞAMINIZIN BİR PARÇASI. BU ROLLER ARASINDA NASIL BİR DENGE KURUYORSUNUZ VE HER BİR ROL DİĞERİNİ NASIL BESLİYOR?
Sanatsal yaşamımı tanımlayan rollerin (icracı, şef, akademisyen, öğretim görevlisi) her biri, sadece birer unvan değil, aynı zamanda birbirini besleyen ve güçlendiren birer yaşam figürüdür. Bu farklı şapkaları takmak bir denge sorunu yaratmaktan çok, sanatın bütünsel doğasını kavrama yolculuğumun bir parçasıdır. Kemençeme olan derin sevgim ve icracı kimliğim, her zaman başlangıç noktam oldu. Ancak, sadece icra ile yetinmek yerine, müziğin köklerini, teorisini ve tarihini kavramak için eğitimimi sürdürme kararı aldım. Akademisyenlik kimliğime giden yol, bitmeyen bir öğrenme arzusundan doğdu. Üniversite eğitimimin üzerine Yüksek Lisans (Master) ve ardından Doktora programlarını tamamlamak, yalnızca bir diploma hedefi değildi. Bu süreçler, usta hocalarla birebir çalışma, enstrümanın en ince tekniklerini ve repertuvarın felsefi boyutlarını derinlemesine öğrenme fırsatı sundu. Bir müzisyen için en büyük kazanım, sürekli gelişimin bir parçası olmaktır.
'Alaylı' Ruh ve Kurucu Kimlik
Buna rağmen, kendimi hiçbir zaman sadece "okullu" bir akademisyen olarak tanımlamadım; aksine, "alaylı" bir ruh taşıdığıma inanırım. Bu, kurucusu olduğum Lalezar Topluluğu tecrübesiyle pekişti. Konservatuarın kuruluş aşamasında büyük bir topluluk kurulmuş ancak sürdürülememişti. Benim gençlik idealim, o topluluk ruhunu yeniden canlandırmaktı. Lalezar'ı kurarak bu ideali hayata geçirdim.
Alaylı yönümü besleyen bir diğer kritik durak ise, rahmetli Yusuf Ömürlü Hocamın rehberliğindeki İstanbul Çemberlitaş'taki Kubbealtı Topluluğu idi. Üniversite eğitimime başlamadan çok önce, bu topluluk çalışmaları sayesinde tasavvufi ve dini müziğin pratik eğitimini bizzat alana inerek tecrübe ettim. Bu tecrübe, daha sonra hem Master hem de Doktora tezlerimin ana konusunu, yani Dini Musikiyi oluşturdu.
Müziğin Manevi Boyutu: Allah'a Yakınlaşma Yolu
Master tezimi; İLAHİLER Doktora (Sanatta Yeterlilik) tezimi; BEKTAŞİ NEFESLERİ üzerine hazırlamamın altında yatan neden, müziğin evrensel kökenine olan inancımdır. Rahmetli Niyazi Sayın Hocamızın da vurguladığı gibi: "En ilkel kabilelerde bile müzik, din ile başlamıştır." Bütün müziklerin temelinde, insanın manevi arayışı ve dini Musiki yatar. Müzik, benim için bir ibadet biçimidir; Allah'a yaklaşma yollarından biridir. Ney eşliğinde dönen semazenler gibi, ben de kemençemin başında özel bir huşu yaşıyorum. Özellikle taksim yaparken, enstrümanımın sesi aracılığıyla adeta Allah'a yakardığımı hissediyorum. O anlarda içime dolan manevi dinginlik, icramın ruhunu oluşturuyor.
Kemençe: Sadece Bir Enstrüman Değil, Bir Yoldaş
Hayat, pek çok zorluğu beraberinde getirdi. Genç yaşta sevgili anne ve babamı kaybettim, ardından sadece üç yıl önce 2022 de eşim de aramızdan ayrıldı. Hayatınızdan zaman içerisinde kıymet verdikleriniz ayrıla biliyor ve geriye kalan, size yoldaşlık eden tek şey enstrümanınız oluyor. Kemençem, bu acı ve zor dönemlerimde sadece bir saz değil, en yakın dostum ve dert ortağım oldu. Bu manevi bağ, icrama derin bir duygu katıyor. Şükürler olsun ki, yurt dışında okuyan biricik kız evladım var; o benim en büyük dayanağım.
Öğretim Görevlisi: Bilginin İki Yönlü Akışı
İcracılık ve şeflik Akademisyenlik deneyimimin yanı sıra, öğretmenlik kimliğim de aynı derecede değerlidir. Hocalarımdan öğrendiğim ve hayat felsefem haline gelen ilke şudur: "İnsan en çok öğretirken öğrenir."
Okulda öğrencilerime bütün akademik bilgimi, icra metotlarımı ve sahne uygulamalarımı aktarırken, aslında kendim de sürekli olarak bilgilerimi tazeliyor ve geliştiriyorum. Gençlerin yeni bakış açıları, benim sanatsal ufkumu daima geniş tutuyor. Eğitmenlik, hem bilgi birikimimi kurumsal bir zeminde aktarmamı sağlıyor hem de icracı kimliğimin enerjisini daima yüksek tutan bir kaynak görevi görüyor.
REPERTUAR VE TOPLULUK UYGULAMALARI: İTÜ TMDK'DA VERDİĞİNİZ DERSLER ARASINDA KLASİK KEMENÇE, SOLFEJ VE NAZARİYATIN YANI SIRA REPERTUAR VE TOPLULUK UYGULAMALARI DA BULUNUYOR. ÖĞRENCİLERE REPERTUAR ÖĞRETİMİNDE İZLEDİĞİNİZ ÖZEL BİR YÖNTEM VAR MI VE TOPLULUK UYGULAMALARININ BİR İCRACI İÇİN ÖNEMİ NEDİR?
Repertuar ve Sahne Eğitimi: Benim Eğitim Felsefem
Eğitim sürecimde temel prensibim, öğrencilerin mesleklerini sahnede öğrenmeleri gerektiğidir. Klasik ve geleneksel yöntemlerin ötesine geçerek, onlarla Lâlezâr Topluluğu'nun izlediği yaklaşıma benzer şekilde, zaman zaman bizzat sahneyi paylaşmayı da önemsiyorum. Bu, onlara sadece teknik bilgi değil, aynı zamanda sahne pratiği ve tecrübesi aktarmanın en etkili yoludur.
Motivasyon ve Sahne Tecrübesi
Özellikle kemençe veya herhangi bir enstrüman dersinde, öğrencinin iç disiplinini ve motivasyonunu maksimize etmek esastır. Benim için bir "şef" ya da sürekli dışarıdan bir otoriteye gerek yoktur; iyi çalışılmış bir eser, en büyük motivasyon kaynağıdır.
Derslerin başında, öğrencileri heyecanlandırmak için daima şunları söylerim: "Bak, bu eseri çok iyi çalış. Bunu layığıyla çalıştığın takdirde, istersen tek başına ya da yanına bir enstrüman arkadaşı alarak sınav öncesinde mini bir konser verebilirsin. Aileni ve sınıf arkadaşlarını bu konsere davet edebilirsin."
Bu küçük konserler, öğrencilere çok yönlü fayda sağlar:
Mini Konser Tecrübesi: Seyirci karşısında sahne almanın heyecanını ve keyfini yaşarlar.
Sınav Kaygısının Azalması: Sınavdan önce sahneye çıkmak, jüri karşısındaki yüksek heyecanı yatıştırır ve öğrencilerin sınava daha başarılı, özgüvenli bir şekilde girmesini sağlar.
Halkla İlişkiler: Yaptıkları işi çevreleriyle paylaşma ve takdir görme fırsatı bulurlar.
Prensibim: Mümkün olduğu kadar küçük yaşta itibaren öğrencileri sahneye çıkarmak, özgüvenlerini ve sanatsal cesaretlerini inşa etmenin en büyük adımıdır.
Alanlara Yönlendirme ve Kariyer Planlaması
Öğrencilerimin yeteneklerini, ilgi alanlarını ve kariyer hedeflerini erken yaşta belirleyerek onları doğru bölümlere yönlendirmek, bir diğer önemli prensibimdir. Öğrencilerimi genel olarak ilgi alanlarına göre gruplara ayırıyorum:
Araştırma ve Bilim: Müzikoloji Araştırma Bölümü'nü hedefleyenleri akademik çalışmalara yönlendiriyoruz.
Teori ve Pedagoji: Teorik bölümleri ve öğretmenliği hedefleyenleri, geleceğin eğitimcileri olarak yetiştiriyoruz.
Yaratıcılık: Bestecilik bölümünü isteyenleri, sanatsal üretim ve kompozisyon alanında destekliyoruz.
Performans ve Yorum: Şan veya enstrüman icrasına odaklanmak isteyenleri, üst düzey performans sanatçısı olmaları yolunda teşvik ediyoruz.
Bu bütüncül yaklaşım sayesinde öğrencilerim sadece iyi birer icracı değil, aynı zamanda hedefleri doğrultusunda bilinçli kariyer adımları atan, sahneye ve hayata hazır bireyler olarak mezun oluyorlar.
ÇOK YÖNLÜ DENEYİMLER: KONSER VE PROGRAMLARDA BULUNDUĞUNUZ BOĞAZİÇİ ORKESTRASI, LÂ EDRİ TASAVVUF MÜZİĞİ TOPLULUĞU, İSTANBUL KLASİK TÜRK MÜZİĞİ ORKESTRASI GİBİ FARKLI MÜZİK TOPLULUKLARINDA YER ALMANIZ, MÜZİĞİN FARKLI YÖNLERİNİ DENEYİMLEMENİZİ SAĞLADI. FARKLI FORMASYONA SAHİP BU TOPLULUKLARLA ÇALIŞMAK, KLASİK KEMENÇE İCRANIZA NE TÜR YENİ PERSPEKTİFLER KAZANDIRDI?
Müzikle olan ilişkim, yalnızca bir icracı olmanın ötesine geçen, çok yönlü ve zengin deneyimlerle şekillendi. Sahne ve stüdyo çalışmaları, kariyerimin en önemli yapı taşlarını oluşturuyor.
İcracı ve Topluluk Deneyimleri
Farklı müzik türlerinde edindiğim tecrübeler, sanatsal yelpazemi genişletti. Çalıştığım başlıca topluluklar şunlardır:
Bosphorus Boğaziçi Orkestrası: Klasik müzikten güncel yorumlara uzanan geniş bir repertuvar deneyimi.
La Edri Tasavvuf Müziği Topluluğu: Manevi derinliği olan tasavvuf müziği geleneğini yakından tanıma fırsatı.
İstanbul Klasik Türk Müziği Orkestrası: Türk müziği repertuvarının inceliklerini ve makam bilgisini pekiştiren çalışmalar.
Bu konser ve programların yanı sıra, müziğin teknik ve sanatsal yönlerini derinlemesine kavradığım çeşitli stüdyo ve albüm çalışmalarında da bulundum. Zamanla, bu yoğun ve disiplinli birikim, sanatsal kimliğimin bütünleyici bir parçası haline geldi.
Bestecilik Yeteneğimin Keşfi ve Eğitimi
Aslında üniversite eğitimimde doğrudan bir Bestecilik Bölümü okumamış olmama rağmen, bu birikim beni farkında olmadan bestekârlığa yönlendirdi. Bu yolda en büyük ilham ve rehberliği, Türkiye'nin en büyük bestekârlarından iki değerli isimden aldım:
Alaeddin Yavaşça: Büyük üstadın eserleri ve sanatsal yaklaşımı, ufkumu açtı. Alâeddin Yavaşça Hocamla olan özel bir anımı paylaşmak isterim: Beni dünyaya getiren kişi kendisidir.
Yıllar sonra bir ortak günde Hocamla karşılaştığımda, ailemden edindiğim bilgiyi kendisine aktardım: "Hocam, ailemden öğrendiğime göre Şişli Etfal Hastanesi'nde başhekim olarak görev yaparken annemin doğumunu siz gerçekleştirmişsiniz. Dolayısıyla, beni dünyaya getiren kişi sizmişsiniz."
Bu sözlerim üzerine, Hocam eşi Ayten Hanım'a (Ayten Abla'ya) dönüp gülümsedi ve "Aa, Ayten! Baksana, bu kızın ebesi benmişim!" dedi.
Bu tatlı ve şaşırtıcı anımız, aramızda oluşan özel bağı pekiştirmişti.
Prof. Dr. Selahattin İçli: Kendisiyle hem üniversite dönemimde repertuvar hocam olarak hem de ilerleyen akademik seviyelerde (yüksek lisans ve doktora çalışmaları sırasında) yürüttüğüm detaylı çalışmalar, müzikal yapıyı ve ifade gücünü çözümlememi sağladı.
Bu değerli hocalarla yapılan yoğun repertuvar ve analiz çalışmaları, farkında olmadan içimdeki bestecilik yeteneğini ortaya çıkardı ve beni eser üretmeye teşvik etti.
Son Dönem Bestelerim
Bu sanatsal birikimin ilk meyveleri olarak, 2023 yılında iki eserimi müzikseverlerle buluşturdum:
"Hasret"
"Yolculuk"
Bu eserler, bugüne kadarki müzikal serüvenimde edindiğim duygu, makam ve form bilgisinin bir yansımasıdır. Bestecilik alanında atmış olduğum bu adımlarla, icracılığın yanı sıra üretken bir sanatçı olarak da yoluma devam etmeyi hedefliyorum.
ULUSLARARASI GÖRÜNÜRLÜK: YURT İÇİ VE YURT DIŞINDA PEK ÇOK KONSERDE YER ALARAK KLASİK KEMENÇEYİ TANITTINIZ. KLASİK KEMENÇENİN VE TÜRK SANAT MÜZİĞİNİN ULUSLARARASI PLATFORMDAKİ ALGISINI NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ VE BU ALANDA DAHA FAZLA GÖRÜNÜRLÜK İÇİN NELER YAPILABİLİR?
Yurt içi ve yurt dışı konserlerde klasik kemençemle yer alarak müziğimizi ve sazımızı tanıtma fırsatı bulduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu deneyimler, Klasik Kemençenin ve Türk müziğinin uluslararası alandaki algısını bizzat gözlemlememi sağladı.
Uluslararası platformda karşılaştığım müzik sevgisi ve ilgisi, inanın, kendi insanımızın nüfus yoğunluğundan bile daha çarpıcı bir seviyede. Yabancı dinleyicilerin müziğimize olan merakı ve derin saygısı, beni her zaman heyecanlandırmıştır.
Bu ilginin temelinde yatan en önemli faktörlerden biri, müzik eğitiminin Batı toplumlarında çok erken yaşta başlamasıdır. Almanya'da REUTLINGEN Filarmoni Orkestrasında Keman Sanatçısı olan kızımın deneyimlerinden yola çıkarak bu durumu daha yakından biliyorum. Kendisi hem bir orkestrada keman sanatçısı hem de yüksek lisans ve doktorasını orada tamamladı. Yurt dışında müzik kültürüne ailecek büyük önem veriliyor.
Örneğin, orada anne-çocuk veya baba-çocuk şeklinde ailece müzik eğitimi alma kültürü çok yaygın. Ayrıca, kiliselerde dahi halka açık ücretsiz konserler düzenlenmesi, müziğin günlük yaşamın ve kültürel etkileşimin ne kadar doğal bir parçası olduğunun en somut göstergesidir.
Türkiye'de Müzik Kültürünün Dünü ve Bugünü
Ülkemizde ise maalesef bu tür yaygın ve sürekli eğitim pratikleri son yıllarda azalma eğilimi gösterdi. Benim hocalarımdan dinlediğim o güzel hikayeleri hatırlıyorum...
Geçmişteki Müzik Hayatı: Merhum hocamız Yavuz Özüstün'ün anlattığı gibi, eskiden vapurlarda naneli şekerler bile Dûgâh makamından maniler söylenerek satılırmış. Bu, müziğin halkın damarlarında aktığı, yaşamın her anına sızdığı bir dönemi işaret ediyor.
Ev Kültüründe Enstrüman: Bir zamanlar hemen hemen her evde mutlaka bir enstrüman bulunur ve o evden sürekli müzik sesleri duyulurdu. Sazın bir kutsiyeti olurdu, duvarda özel bir yeri vardı.
Eğitimde Müzik: En önemlisi de, her genç kıza mutlaka bir enstrüman eğitimi verilirdi. Kız istemeye gidildiğinde, kızın meziyetleri sayılırken; "çok güzel su böreği yaptığı, el becerisinin yüksek olduğu"nun yanı sıra, "çok güzel enstrüman çaldığı" da mutlaka gururla belirtilirdi. Bu, müziğin sosyal statü ve bireysel değerin ne kadar önemli bir parçası olduğunu gösteriyor.
Çağın Getirdiği Değişim ve Riskler
Ne yazık ki, çağın ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte, ülkemizin müzik kültürü de bir kırılma noktasına geldi. Yeni dönem müzikleri ve şarkıları, maalesef eski sanatsal kültürümüzün inceliğini, makam zenginliğini ve köklü sanat anlayışını gölgede bırakarak zayıflatıyor. Sanatsal derinlikten uzak, tek tipleşmiş müzikler, köklerimizi besleyen sanatsal hafızamızı öldürme riski taşıyor.
Bu noktada, klasik kemençe gibi köklü sazlarımıza ve Türk Müziği makamlarına sahip çıkmak, uluslararası alandaki saygınlığımızı korumak adına hayati önem taşımaktadır. Müzik eğitimini yeniden temel bir değer haline getirerek, o eski "müzikle yaşayan evler" kültürünü canlandırmalıyız.
İLHAM KAYNAKLARI VE İŞBİRLİKLERİ: BİYOGRAFİNİZDE ADI GEÇEN İHSAN ÖZGEN, FUAT TÜRKELMAN, MUTLU TORUN GİBİ ÖNEMLİ SANATÇILARLA KONSERLERE KATILDINIZ. BU ÖNEMLİ İSİMLERLE ÇALIŞMAK KARİYERİNİZE HANGİ AÇILARDAN İLHAM VERDİ VE GENÇ BİR SANATÇIYA BİRLİKTE ÇALIŞMA (KOLEKTİF) KÜLTÜRÜNÜN ÖNEMİNİ NASIL AÇIKLARSINIZ?
Sanat hayatım boyunca, alanında çok değerli ve önemli pek çok üstatla çalışma fırsatı buldum. Bu kıymetli isimler, benim müzikal kimliğimin oluşmasında ve gelişmemde çok büyük rol oynadılar.
Çalıştığım Başlıca Hocalar ve Üstatlar
Çalıştığım hocalar arasında Türk müziğinin mihenk taşları sayılan isimler yer almaktadır:
İhsan Özgen (Kemençe)
,Cüneyd Orhon (Kemençe),
Erol Deren,
Fuat Türkelman,
Mutlu Torun,
Kani Karaca,
Niyazi Sayın (Ney Sanatçısı),
Alaaddin Yavaşça,
Erol SAYAN
NİDA TÜFEKÇİ
Bekir Sıtkı Sezgin (Dini Musiki Hocam),
İnci Çayırlı,
Mefaret Yıldırım,
Nejdet Varol
Nejdet Yaşar,
Abdi Coşkun,
Nevzat Sumer, Selahaddin İÇLİ, Hurşit UNGAY, Yavuz ÖZÜSTÜN, Tülun KORMAN, Tülin YAKARÇELİK, Yücel PAŞMAKÇI
Bu değerli isimlerin yanı sıra, yüksek mimar olmasına rağmen sanatın içinde doğmuş, mektepli hocalardan bile daha derin bir bilgiye sahip olan Yusuf Ömürlü hocamızla da çalıştım. Sanat çevrelerinde "alaylı" olarak tabir edilse de, kendisi bu tabirin ötesinde birikime sahipti.
Ortak Çalışmalar ve Deneyimler
Bu üstatlardan bazılarıyla konserlerde sahne aldım, kimileri şefim oldu, kimileriyle ise sazdaş olarak omuz omuza çalıştım. Bu zengin ortam, müziğin farklı yönlerini deneyimlememi sağladı. Hatta boş zamanlarımda bile kendi hocalarımın derslerine katılımcı olarak dahil olur, bilgimi pekiştirirdim.
Kemençe Üzerine İhtisaslaşma
Özellikle kemençe sazı konusunda iki farklı üstattan dersler aldım ve önemli teknikler edindim:
İhsan Özgen: Kendisinden üç telli kemençe ile icra edilen kısa ve seri yay tekniklerini öğrendim.
Cüneyd Orhon: Kendisiyle dört telli kemençe üzerinde çalıştım ve uzun, geniş yay teknikleri konusunda uzmanlaştım.
Bu iki büyük yıldız hocadan aldığım zıt ama tamamlayıcı teknikleri, yıllar süren ortak çalışmalarımız ve sürekli pratikle kendi sazıma ve icrama başarıyla naklettim.
Sanat Anlayışım: Taklit ve Başarı
Sanatın temelinin taklit etmekten geçtiğine inanıyorum. Benim de başarıya ulaşmamdaki en önemli sır, ustalarımın icra şekillerini dinleyip titizlikle taklit ederek kendi yolumu bulmam oldu. Onların mirası, benim yol haritamdır.
Öğrencilerime Olan Bağlılığım
Öğrencilerimi çok seviyorum ve onları kendi evlatlarım gibi görüyorum. Onlara aktardığım her bilgi, üstatlarımdan aldığım mirası geleceğe taşıma sorumluluğumun bir parçasıdır.
GELECEK PROJEKSİYONU: 2023 YILINDA DOÇENT UNVANINI ALDINIZ VE MÜZİK FAALİYETLERİNİZE DEVAM EDİYORSUNUZ. ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE SANATSAL, AKADEMİK VEYA EĞİTİM ALANINDA GERÇEKLEŞTİRMEYİ PLANLADIĞINIZ ÖZEL PROJELER VEYA HEDEFLER NELERDİR?
Mesleğime olan derin aşkım ve tutkum, hayatımdaki en büyük itici güç. Bu tutku sayesinde gelecekle ilgili hiçbir kaygı taşımıyorum; aksine, beni heyecanlandıran pek çok büyük hedefim var. Elde ettiğim tüm başarıların yegâne kaynağı da müziğe ve sanata olan bu sarsılmaz inançtır.
Zorlu Dönemlerde Gelen Büyük Başarı
Elbette yoğun çalışma hayatım bir yana, aile hayatım da her zaman benim için en büyük kıymet ol
Röportaj: Mehmet Ali BABAR
İlginizi Çekebilir