Melis Sezen’in aura’sı, sadece kameraya yansımıyor, kelimelerinin arasından da geçiyor. Yüzünde hep bir neşe, dilinde hayata dair büyük bir farkındalık var. İçsel bir akış onunki. Kimi zaman bir dansla anlatıyor kendini, kimi zaman bir kitabın satır arasıyla. Her adımında kalbini dinlemeyi seçen biri. Kadınlığı kutluyor, aşkı yüceltiyor, güzelliği sevgiyle tanımlıyor. Yakın gelecekte izleyiciyle buluşmaya hazırlanan yeni dizisi Leyla Hali’nin heyecanını yaşayan Melis ile güzellik, aşk, nezaket ve bağ kurmak üzerine konuştuk.
Nasıl bir yaz geçirdi, dinlendi mi? “Çok güzel bir yaz geçirdim. Leyla ile geçti. TRT Tabii’de yayınlanacak Leyla Hali dizisi için Haziran’ın son haftasında sete çıktık, Temmuz’un son haftasında setimiz bitti. Benim için çok özel bir proje oldu. Leyla, çok ben ve aslında çok hepimiz. Benim yazım Leyla oldu ama Leyla her mevsim.”
Dizinin konusunu, bahsedebildiği kadarıyla soruyorum. “Leyla, annesi babası olmayan, yetimhanede büyümüş bir kız. Ama bu durumu bir acı olarak görmüyor. Dünyayı tatlarla algılıyor. Dizi onun şefliğini, restoran açma hikayesini anlatsa da aslında konumuz ruhun açlığı ve tokluğu. Leyla, kendi gerçeğini yaratabileceğine inanan bir karakter. Bence bu yönüyle birbirimize çok benziyoruz,” diyor.
Canlandırdığı her karakterle arkadaş gibi oluyor ve hayata onların gözünden bakmaya kendini adıyor. Bu, Melis’in çok kıymetli bir özelliği. Mesleği gereği işaret dili öğrendi, piyano çaldı, ata bindi, ok attı... Tüm bu yaptıkları arasında günlük rutinine sızan oldu mu? “Hepsi galiba hala aynı seviyede,” diyor gülerek ve devam ediyor, “Ama evimde bir piyanom var. Bir Cumhuriyet Şarkısı filminde Mediha Hanım’ı canlandırırken 10. Yıl Marşı’nı çalmayı öğrendim. Geçenlerde onu tekrar çalmayı denedim ama biraz paslanmışım. Her karakter için bir şeyler öğreniyor olmak çok güzel.”
Şef Leyla için de kendini mutfakta bulmuş tabii. “Her karakterin kendine özgü bir dünyası olunca, bu yaklaşım çok yardımcı oluyor bana. Leyla’nın dünyası tatlar, yemekler ve mutfak. Ben yemek yemeyi çok sevsem de bu konuda sıfır noktasında olduğum için çok şanslıydım. Kendimi tamamen bıraktım. Tabii Leyla kadar yetenekli değilim ama onun şeflik kurallarına sıkı sıkıya bağlı, katı bir tarzı olmaması benim için muhteşem oldu. Bu süreçte eğitim aldım. Bıçak kullanmayı öğrendim. Artık çok güzel bıçak kullanıyorum, tava çeviriyorum,” diyor neşeyle.
Kendi hayatında başlıca tutkusu dans
Kendi hayatındaki başlıca tutkusu ise dans. “Dans bana göre her şeydir. Her şey zaten dans ediyor. Dans ettiğimizde her şey bizimle birlikte dans ediyor, bir oluyoruz evrenle. Aşk'la. Düşünmüyoruz. İçimden ne zaman gelirse o an dans ederim. Uyuyamazsam da, mutsuzsam da… Çok iyi geliyor bana.”
Melis, gerek fotoğraf gerek video çekimlerinde epeyce emek verilerek kurulan set ve düzeneklere de fazlasıyla hakim. Koç Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar Bölümü'nde okudu. Sadece kamera önünü değil, kamera arkasını da öğrenme fırsatı oldu. Bu eğitimin çalışma hayatında nasıl artıları olduğunu soruyorum. “İkisinin de birbirine çok katkısı oldu. İletişim bölümlerine baktığımızda genelde kendi içlerinde ayrılıyor. Reklamcılık ayrı, tasarım, sinema, televizyon ayrı bölümler… Koç Üniversitesi’ndeki bu bölüme baktığımda çok kapsamlı bir program olduğunu gördüm. Oyunculuk hep vardı ama bir yandan yazmayı da seviyorum, bir şeyler çekmeyi de seviyorum... Film ve senaryo derslerimizde kameranın tipleri, bir sahnenin teknik olarak nasıl çekildiği anlatılıyordu ama gerçek seti deneyimlemeden, o havayı yaşamadan anlayamıyor insan. Set dinamiğini yaşamak, sınavlarda beni çok rahatlatıyordu,” diyor.
Sohbetimiz devam ederken konu, Sadakatsiz dizisine de geliyor. Ben bir izleyici olarak, etki alanını düşündüğümde Derin’i ayrı bir yere koyuyorum. Onunla vedalaşmak zor olmuş olsa gerek. “Çok zor oldu. İki sezon sürdü, toplam 60 bölüm çektik ve her gün Derin’leydim. Onunla birlikte ben de derinleştim, adı gibi geldi bana. Son gün, kostümümü çıkarmış olsam da hâlâ Derin’i görüyordum aynada. Bu vedalar zamanla oluyor. Yeni bir karaktere geçmeden önce yavaş yavaş sıyrılıyorum eskisinden,” diyor.
Olanı kabul ediyor, geldiği noktadan mutlu, hep şükrediyor. Tabii ki hepimiz gibi onun da zihnini susturamadığı zamanlar oluyor. Böyle zamanlarda dansın yanı sıra elementlerle olan ilişkisi de ona iyi geliyor. “Suya dokunurum, toprağa basarım, çıplak ayakla yürürüm, dua ederim… Bazen sıkışmış hissedebiliyoruz kendimizi. Ama insanın kalbi, neyin ona iyi geldiğini, neye ihtiyacı olduğunu hep biliyor. Bu da bir teslimiyet hali aslında."
İlk röportajımızı 2019’da yaptık onunla. O zamandan beri hiç durmadı, enerjisi azalmadı. Hep çok nazik, sıcak ve o an nerede, ne yapıyorsa ondan keyif almaya çalışan genç bir kadın olarak kaldı. Nezaketin zayıflık olarak görülebildiği bir sektörde, hatta dünyada, alanını, sınırlarını, enerjisini korumayı nasıl öğrendi Melis? “Lise zamanımda hiçbir şeye hayır diyemiyordum. ‘O kırılır, bu üzülür’ diye korkuyordum hep… Sonra gördüm ki, karşımdakine samimi davranmayarak hem ona dürüst davranmıyor, asıl kendime dürüst davranmıyor hem de kendi hakkıma girip, yaralıyorum. Kendimi yaralarken başkasına nasıl iyi gelebilirim? Tabii ki bu farkındalığa bir günde gelmedim. Kitap okumanın bana çok faydası oldu, dönüştürdü beni, meditasyon gibi. Umarım tam olarak öğrenmişimdir bu söylediklerimi tabii,” diyor gülerek.
“Sınırlarını koruma meselesine gelince… Nezaket her zaman çok güzel bir şey. Yeter ki içten gelsin. İçten gelmiyorsa da en azından saygı olsun. Ama dediğin gibi, nezaket bazen yanlış yorumlanabiliyor, zayıflık gibi algılanıyor. Oysa tam tersi. Nezaket çok büyük bir güç. Başkasına güç uygulamak anlamında değil; kendi varoluşundan gelen, içindeki güzelliğin gücü. Profesyonel olmamız gereken yerlerde, karşımızdaki kişi buna uygun davranmasa bile biz profesyonelliğimizi bozmamalıyız.”
Her canlının sesi olmaya çalışıyorum
Toplumsal meselelerde duyarlı, sesini duyuramayan her kadının, her canlının sesi olmaya çalışıyor. Halihazırda başkasının sınırlarını ihlal etmek yeterince kötüyken, bunu bir de cinsiyet rolleri üzerinden yapmaya çalışan zihniyetle mücadele etmek gerektiğini vurguluyor: "Kadın-erkek ayırmadan, bu zihniyetin karşısında olan herkesin yanındayım. Yüreklerimizin gücüne, etkisine inanıyorum. Bir de, pozitif ayrımcılık olacak belki ama kadınlığa bayılıyorum! Dişil enerjimiz kutlu olsun! Her kadın da özgürce kutlasın varlığını!” Yaptığı bir ödül konuşması, ettiği bir dans… Her hareketi gündem oluyor. O, her daim varlığını özgürce kutlama cesareti gösteriyor, ki ortak fikrimiz aslında bunun cesaret olarak algılanmaması gerektiği yönünde: “Melis bu, böyle yaşamaya devam edeceğim, temennim bu," diyor.
Aşk hayatının neresinde
Peki aşk hayatının neresinde? Aşık olduğu birinde onu en çok ne çeker kendine? “Ruh önemli. Aşk her şey… Varoluş olarak aşkız biz. O yüzden, ‘ben bilirim’ diyemem ama ruhum bilir. Kalbimi dinlerim her zaman,” diyor. Güzelliğin sevmekten geldiğine inanıyor. “İnsan kendini sevdiği zaman güzelleşiyor. Hayatta her şey sevgi; hiçbir kalıp ya da şart olmadan... Sevmek, güzelleşmek demek.”
Bu çekimde yine farklı bir stile büründü Melis. Saat&Saat ile Guess markası özelinde bir iş birliği yaptığımız çekimdeki saatler arasından favorisi hangisi? “Dikdörtgen şeklindeki saati çok beğendim. Zincir kayışı da çok hoş,” diyor. Peki, saat ve takı konusunda nasıl bir stili var? “Saati, mücevher şıklığında kullanmayı seviyorum. Örneğin, taşlı ve gösterişli bir saati, spor bir kombinde severek kullanabilirim. Guess’in bicolor ve taşlı saati de çok güzel. Beğendiğim dikdörtgen şeklindeki Guess saati ise hem şık hem de stil sahibi bir aksesuar. Takı konusunda ise altını tercih ediyorum. Sürekli taktığım altın kolyelerim var ve bunlar benim için çok anlamlı. Kulaklarımda ise genellikle altın büyük halka küpeler günlük hayatta en çok kullandıklarım. Taktığım takıların mutlaka bir anlamı oluyor benim için, hepsinin bir hissiyatı var. O yüzden saatimi seçerken de bana nasıl hissettirdiği ve yaydığı enerji çok önemli.”
Son olarak, yakın gelecek için dileklerini sorarak sonlandırıyorum sohbetimizi. “Eğer kendimize engel olduğumuz şeyler varsa, onları bırakmayı diliyorum. Herkesin kalbinden ne geçiyorsa, en hayırlı şekilde o olsun. Hepimizin kalpleri uyansın. Sevgi olsun, aşk olsun. Kendim için aşk istiyorum. En önemlisi, kalbin sesini dinlemek. Hatta sesi bile geçtim... Bence kalp olalım!” Röportajımızın tamamını InStyle Türkiye sosyal medya hesaplarında izleyebilirsiniz!
Yorum Yazın