BABANIZIN DA DESTEĞİYLE 6 YAŞINDA BAĞLAMA ÇALMAYA BAŞLAMANIZ VE 8 YAŞINIZDA KARADENİZ ALTINSES YARIŞMASI'NDA BİRİNCİLİK ALMANIZ, SANAT YOLCULUĞUNUZUN NE KADAR ERKEN BAŞLADIĞINI GÖSTERİYOR. O YILLARDAKİ MÜZİK TUTKUNUZU VE AİLENİZİN BU SÜREÇTEKİ ROLÜNÜ NASIL ANLATIRSINIZ?
Müzikle olan derin ve tutkulu ilişkim, bilinenin aksine, çocukluk yıllarımda kendiliğinden yeşeren bir merakın sonucu değildi. Tam tersine, bu yolculuğun fitili, tamamen babamın eşsiz gayreti, sınırsız sevgisi ve bende keşfettiği gizli bir kabiliyet sayesinde ateşlendi. O dönemler, müziğe karşı kişisel bir tutku beslediğimden veya bu alanda bir kariyer hayal ettiğimden bahsetmem hayalperestlik olurdu. Çocukluğuma dair o yıllar, zihnimde hayal meyal hatırlanan tatlı anılardan ibarettir. Ancak babam, benim henüz farkında bile olmadığım potansiyelimi gördü. Onun gözlem yeteneği ve yol göstericiliği, beni bağlama ile tanıştıran ilk kıvılcım oldu. Babamın bu ısrarlı ve sevgi dolu çabası, zamanla benim için bir gaye ve yaşam biçimine dönüştü. Bugün türkü söylüyorsam ve bağlamayla içli dışlıysam, bunun yegane mimarı odur. Sadece babam değil, tüm ailemin gösterdiği büyük destek ve teşvik, bu sanat yolculuğunda beni ayakta tutan en güçlü sütun oldu. Onların koşulsuz inancı, üzerimdeki sorumluluğu artırsa da, aynı zamanda bana muazzam bir cesaret verdi. "Bağlama sadece bir enstrüman değil, babamın bana bıraktığı bir miras, bir vasiyettir. Benim türkülerim, onun bana olan inancının sesi, ailemin desteğinin yankısıdır." Bu keşif süreci ve ailemin desteği olmasaydı, müzikle olan bu bağım belki de asla kurulamayacaktı. Bu yüzden, sanat hayatımın her aşamasında, bana bu yolu açan ve beni her zaman destekleyen aileme olan minnet borcumu derin bir saygıyla anmak isterim.
İTÜ TÜRK MÜZİĞİ DEVLET KONSERVATUVARI'NA GİRİŞİNİZ VE NİDA TÜFEKÇİ GİBİ ÖNEMLİ BİR İSMİN ÖĞRENCİSİ OLMANIZ KARİYERİNİZİN DÖNÜM NOKTALARINDAN. KONSERVATUVAR EĞİTİMİ, TRT DENEYİMİ VE AKADEMİK ÇALIŞMALARINIZ (ÖZELLİKLE "EGE BÖLGESİ AĞIR ZEYBEKLERİN İNCELENMESİ" TEZİNİZ) HALK MÜZİĞİ SANATÇISI KİMLİĞİNİZİ NASIL ŞEKİLLENDİRDİ?
Bu, hayatımın ta kendisi olan bir hikaye. Kendimi bildiğim, varoluşumun farkına vardığım ilk anlarda bile elimde hep bağlama vardı; çalıyordum ve türkü söylüyordum. Müzik, benim için sonradan edinilmiş bir hobi veya kariyer tercihi değil, doğuştan gelen bir kader, bir zorunluluktu. Aslında bir dönüm noktasında durup şunu söyleyebilirdim: "Ben bu işi yapmayacağım, bu bağlamayı sevmedim demeyi bırakın hiç düşünmedim bile" Ancak buna hiçbir zaman ihtimal vermedim. Çünkü ben bu sanatı, bu sesi, bu kültürü hakikaten sevdim. Bu sevgi o kadar derindi ki, eğer kader beni o büyük ustalarla, rahmetli Nida Tüfekçi hoca ile tanıştırmasaydı, Konservatuvara girmemiş olsaydım bile, yine bir köşede sazımı çalıp türkülerimi söyleyecektim. Bu, benim içimden gelen, bastırılamaz bir dürtüydü. Ancak Nida Tüfekçi gibi bir deha ile tanışmam ve Konservatuvar eğitimi almam, bu derin sevgimi bambaşka bir boyuta taşıdı. Onlarla tanışmam, bana bu işin sadece gönül işi olmadığını, aynı zamanda ciddi bir bilim olduğunu gösterdi. Türk Halk Müziği'nin sadece eğlence değil, çok saygın, köklü bir disiplin olduğunu anlamama vesile oldu. Bana öğrettikleri en önemli şey, ülke ve kültür zenginliğimizin ne denli büyük olduğunun farkına varmaktı. Türk Halk Müziği'nin uçsuz bucaksız bir okyanus olduğunu anlamama vesile oldu. Rahmetli Hocamın bana kazandırdığı en temel vizyon şuydu: Gerçek bir Türk Halk Müziği sanatçısı sadece bir yöreye ait olamaz.Sanatçının görevi, elinden geldiğince çeşitli yörelerin repertuvarını özümsemek ve icra etmektir. Bunu yaparken, müziği kendi ruhuna, gırtlağına, otantik diline yakışacak şekilde icra etmesi gerekir. Taklit etmek değil, özümsemek ve kendi süzgecinden geçirmektir önemli olan. Bu eğitim ve bu bilimsel bakış açısı, müziğin aynı zamanda insan yetiştirilmesinde, toplumsal kimliğin oluşturulmasında ve aktarılmasında çok önemli bir rol oynayan bir bilim olduğunu bana net bir şekilde gösterdi. Konservatuvar, içimdeki doğal yeteneği alıp, onu bilgi, disiplin ve kültür bilinciyle donatarak, daha geniş bir coğrafyanın sesi olmaya hazırladı.
1988'DE BAŞLAYAN ÖĞRETİM GÖREVLİLİĞİ VE ŞEFLİK GÖREVİNİZDEN, 2000 YILINDA AYRILARAK PROFESYONEL MÜZİK KARİYERİNİZE ODAKLANMANIZ ÖNEMLİ BİR KARAR OLSA GEREK. BU GEÇİŞ SÜRECİNDEKİ MOTİVASYONUNUZ NEYDİ VE SANATINIZI SADECE İCRA ETME KARARINIZIN ALTINDA YATAN NEDENLER NELERDİ?
"Akademik çevrelerde bulunmayı ve teorik çalışmayı her zaman sevdim. Yüksek lisansımı tamamladığımda, akademik kariyerime devam etme ve doktora yapmak konusunda son derece istekliydim. Ancak o dönemde, kurumsal bir küskünlükle yollarımı ayırmak zorunda kaldım, zira doktora öncesinde uygulanan yabancı dil yeterliliği (YDS) zorunluluğu benim için ciddi bir engel teşkil ediyordu. Bilim Sınavından Muafiyetim vardı ve akademik yeterliliğime inanıyordum. Yüksek lisansımı bitirmiş olmama rağmen, talep edilen 70 puanlık dil barajını aşamamıştım (yanılmıyorsam 55 ya da 60 almıştım). Açıkçası, kendi alanında yetkinleşmiş ve bilimsel çalışmalarını sürdürecek bir akademisyen için bu şartın katı bir şekilde uygulanmasının gerekliliğini sorguladım ve bu duruma kendimce bir protesto ile karşılık verdim. Bir doktor veya uluslararası ticaret yapan biri için yabancı dil şartı elzem olabilir; ancak bizim alanımız için, yani kültürel ve sanatsal disiplinlerde, bu denli yüksek bir barajın akademik gelişimi ket vurduğunu düşünüyorum. Akademi ile arama bir mesafe koymamdaki ikinci ve daha pratik neden ise sanat kariyerimin hızla yükselmesi oldu. İlk albümümün ve klibimin yayınlanmasıyla birlikte gelen tanınma, beni yoğun bir konser trafiğine soktu. Derslerime düzenli olarak katılmak ve akademik sorumluluklarımı yerine getirmek imkansız hale gelmişti. Okul yönetiminden ders programlarımın hafifletilmesi konusunda bir anlayış bekledim, ancak bu talebime olumlu bir karşılık bulamayınca, maalesef akademik hayatıma son vermek durumunda kaldım. Akademiden ayrılmış olsam da, içimdeki öğretme ve bilgilendirme tutkusu asla bitmedi. Sanat hayatım boyunca bu misyonumu farklı mecralara taşıdım. Yüzlerce televizyon programında, sosyal medya paylaşımlarımda ve röportajlarımda hep bu öğretici yönümü kullandım. Benim için Türkü, sadece bir müzik türü değil, korunması gereken, nesilden nesile aktarılması gereken bir bilim dalıdır. Türkülerin sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda sosyoloji, tarih, dil bilimi ve kültürel antropoloji içeren birer belge olduğunu düşünüyorum. Bu bakış açısıyla, topluma türkü bilincini aşılamak, onların bilimsel ve kültürel değerini anlatmak benim için bir borçtur. Son nefesime kadar da, Türküyü bir bilim dalı olarak yüceltmeye ve çocuklarımıza bu mirası en doğru şekilde iletme çabasına devam edeceğim."
YILLARDIR TÜRK HALK MÜZİĞİ GELENEĞİNİ HEM KORUYAN HEM DE YENİ NESİLLERE TAŞIYAN BİR SANATÇISINIZ. SİZİN İÇİN BİR TÜRKÜYÜ SESLENDİRİRKEN GELENEKSEL UNSURLARI KORUMAK İLE MODERN DOKUNUŞLAR EKLEMEK ARASINDAKİ DENGEYİ SAĞLAMAK NE ANLAMA GELİYOR?
Bu, benim de üzerinde titizlikle durduğum ve Şahsi sanat felsefemi oluştururken temel aldığım bir denge meselesi. Dozu iyi ayarlamak gerekiyor. Bu dengeyi, bugüne kadarki yaşantım ve sanatsal tecrübemle kendimce şöyle formüle ediyorum: Öncelikle ve en önemlisi, özümüzü kaybetmemek gerekiyor. Sanatçı olarak, beslendiğimiz coğrafyanın, müziğin ve kültürün temel ruhunu, duygusunu ve omurgasını korumalıyız. Bu "öz," bizi biz yapan sanat kimliğimizin ve otantikliğimizin kaynağıdır. Ancak kabul etmek gerekir ki, nesiller değişti. Müzikal duyumlar, estetik beklentiler ve hatta dinleme biçimleri de kökten farklılaştı. Belli ses sistemlerinin, kayıt teknolojilerinin ve dijital platformların ortaya çıkışı, müziğin sunuluş şeklini değiştirdi. Bizler gibi sanatçılar, kendimizi bir vitrin olarak görmeliyiz; yani hem özü taşıyan hem de bu çağda görünür ve anlaşılır kılan bir arayüz. İşin velhasıl, her şeyden önce iyi çalmak ve iyi söylemek gerekiyor. Teknik yeterlilik, her sanat formunun olmazsa olmazıdır. Ancak bunun ötesinde, icra edilen eserin ait olduğu yöre, tavır ve ağız çok önemlidir. Yöre: Bir eseri icra ederken, o yöre hangi enstrümanı, hangi melodi kalıbını ve hangi ritmi gerektiriyorsa, onu doğru bir şekilde kullanmak zorundayız. Tavır ve Ağız: Bu, sadece notaları doğru çalmak değil, o yörenin duygu yoğunluğunu, aksanını ve icra üslubunu (tavır ve ağız) yansıtmaktır. Bir eserin ruhu, tam da bu detaylarda gizlidir. Özetle, modern teknikleri ve yeni duyumları kullanırken, her zaman köklerimize sadık kalarak, eserin geldiği coğrafyanın ruhunu dinleyiciye aktarmayı hedefliyorum. Bu, geçmişle gelecek arasında kurulan bir duygu köprüsüdür.
EYLÜL 2025'TE ‘ARPA BUĞDAY DANELER’ TÜRKÜSÜNÜ MODERN ARANJMANLA YORUMLADINIZ VE SON OLARAK 5 ARALIK'TA "SEVECEĞİM SENİ" ADLI YENİ ESERİNİZİ YAYINLADINIZ. KARİYERİNİZİN BU DÖNEMİNDE, KLASİKLEŞMİŞ ESERLERİ YENİDEN YORUMLAMANIN VE YENİ, ÖZGÜN ESERLER ÜRETMENİN SİZİN İÇİN ANLAMI NEDİR?
Bu yolda beni motive eden en temel duygu, sazım ve kadim kültürümüzün mührü olan türkülerimizdir. Benim için bu bir uğraş değil, bir yaşam biçimidir. Yıllardır kelimenin tam anlamıyla bu uğraşla yatıp bu uğraşla kalktım; sazımın sesi nefesim, türkülerimin sözleri ise ruhumun tercümanı oldu. Finans varlıkların bir zekâtı olduğu gibi, kanaatimce bilginin, deneyimin ve emeğin de bir zekâtı vardır. Bizim bu müziğe, bu otantik kültüre adadığımız yılların, döktüğümüz terin ve verdiğimiz emeğin bir karşılığı, bir sorumluluğu olmalıydı. Benim için bu sorumluluk, elde ettiğim bilgi birikimini ve müzikal yeteneği en doğru kanallardan, yani sizin gibi basın ve medya vasıtalarıyla, gelecek nesillere ve geniş kitlelere ulaştırmaktır. Allah nefes, sıhhat ve ilham verdiği sürece bu sanat üretimi sürdürmeye kararlıyım. Bu üretim iki ana koldan ilerleyecektir: Özgün Eserler: Bazen tamamen kendi duygularımı, tecrübelerimi ve güncel hissiyatımı yansıtan yeni besteler ve sözlerle müziğe katkı sağlamak. Otantik İcra: Türkülerimizin özünü, ruhunu ve en doğru icra biçimini koruyarak, kadim otantik eserlerimizi icra etmek ve kayda geçirmek.Bütün bu emeğin yegâne amacı, arkamda hem kültürel mirasımıza sahip çıkan hem de günümüz dünyasına dokunan, kalıcı bir eserler bütünü bırakmaktır. Bu miras, nesiller boyu gönülleri ısıtmaya devam edecektir.
YENİ ÇALIŞMANIZ OLAN "SEVECEĞİM SENİ"NİN SÖZ VE MÜZİĞİ SİZE AİT. BU ESERİN, BİR ÂŞIĞIN SEVDİĞİNE OLAN KOŞULSUZ BAĞLILIĞINI VE SAHİPLENME DUYGUSUNU DİLE GETİRDİĞİNDEN BAHSEDİLİYOR. BU ESERİ YARATIRKEN İLHAM KAYNAĞINIZ NE OLDU VE BOZLAK DİZESİNDE BESTELEMENİZİN ESERİN DUYGUSAL DERİNLİĞİNE KATKISI NASIL OLDU?
Müziğimin merkezinde daima sevgi temasının bulunduğunu söyleyebilirim. Sevgi, ister tek taraflı bir his olsun isterse karşılıklı bir bağ, gerçekten de insana bahşedilmiş çok büyük ve en yüce nimettir. Sanat, bu evrensel duyguyu en saf haliyle ifade etme aracıdır. Ne yazık ki, günümüzde bu yüce duygu bazen yanlış yorumlanmakta ve Şahsi sahiplenme duygusuna dönüşmektedir. Bahsettiğiniz gibi, tek taraflı ilişkilerin veya reddedilişlerin sonucunda ortaya çıkan şiddet, tehdit ve insan haklarına aykırı girişimler, bu güzel nimeti zehirli bir hale getiriyor. Hemen her gün bir kadın cinayeti ya da şiddet haberiyle uyanmak, toplum olarak yüzleşmemiz gereken çok derin bir yaramızdır. Bu durum, sevginin tanımına tamamen aykırıdır. Gerçek sevgi, asla yıkıcı olmaz; bilakis, yapıcı ve koruyucudur. Sanatçı olarak bu konuda güçlü bir duruş sergilemek gerektiğine inanıyorum. Ne pahasına olursa olsun sevmekten vazgeçmemek lazım. Gerçek âşık, sevdiğinin her hâlini, her kararını sevgiyle kabul eder. Sevmek demek, korumak demektir. Gerçek bir âşık, sevdiğine ne kendisinin ne de bir başkasının fiziki ve hissî olarak zarar vermesine asla müsaade etmez. Bu, sevginin en temel ve en insani sorumluluğudur. Bu derin duyguyu ve mesajı Anadolu'nun en köklü motifleriyle birleştiriyoruz. Halkımızın gönlünde taht kurmuş, o engin, hüzünlü ve bir o kadar da güçlü tınılara sahip Bozlak havası bizim de çok sevdiğimiz bir dizidir. Özellikle Ülkemizde en yaygın kullanılan, dizi karakteristik Si bemol ikili kullanan "Yahyalı Kerem" dediğimiz dizedir. Bozlak dizesi ondan sonra kullanılan en yaygın dizedir. yeni eserimiz ‘Seveceğim Seni’nin müzikal çatısı olarak kullandım. Bu eseri bu derin motiflerle süsleyerek, aşkın yüceliğini ve korunması gerektiğini anlatan bir eser olarak dinleyicilerimize sunuyoruz. Müziğimiz, şiddete karşı sevginin ve saygının sesi olmayı hedefliyor.
RADYO VE TELEVİZYONDA UZUN YILLARDIR "TÜRKÜ GECESİ" GİBİ PROGRAMLAR YAPTINIZ. GÜNÜMÜZÜN DİJİTAL PLATFORMLARINDA TÜRKÜLERİN VE HALK MÜZİĞİNİN GENÇ KİTLELERE ULAŞMASI KONUSUNDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ? SANATÇI OLARAK, BU MECRALARI NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ?
Televizyon yayıncılığında, özellikle halk müziği ve türkü icrasına odaklanan müzik programlarının sayısının belirgin şekilde azaldığını gözlemlemekteyiz. TRT Müzik gibi istisnalar olsa da, ulusal kanalların büyük çoğunluğunda bu tür programlara neredeyse hiç yer verilmemektedir. Bu durum, geleneksel müziğimizin geniş kitlelere ulaşımında bir boşluk yaratmaktadır. Ancak, içinde bulunduğumuz çağın gerçeği şudur: Artık her şey dijital platformlara kaymıştır. İzleyici alışkanlıkları hızla değişmiş, içerik tüketimi büyük ölçüde internet ortamına taşınmıştır. Bu nedenle, sanatçıların ve geleneksel müziğimizin temsilcilerinin de bu dijital dönüşüme ayak uydurması bir zorunluluk haline gelmiştir. Türkülerimizin ve zengin kültürel mirasımızın yaşatılması, artık büyük ölçüde YouTube, Spotify, podcast mecraları ve sosyal medya gibi dijital platformlar aracılığıyla mümkün olacaktır. Bu zorunlu geçiş, aynı zamanda bizlere coğrafi sınırlamalar olmadan daha geniş ve küresel bir dinleyici kitlesine ulaşma fırsatı da sunmaktadır.
ALBÜM VE KONSER ÇALIŞMALARINIZIN DEVAM ETTİĞİNİ BİLİYORUZ. YAKIN GELECEKTE DİNLEYİCİLERİNİZİ BEKLEYEN YENİ PROJELER VEYA SANATSAL ETKİNLİKLERİNİZ VAR MI?
Halkımla, sevenlerimle yeniden buluşmayı o kadar çok özledim ki, bunun tarifi yok. Sağlık sorunlarım nedeniyle maalesef bir süre sahnelere ve etkinliklere ara vermek zorunda kaldım, ancak çok şükür o dönemi geride bıraktık ve tekrar müziğe dört elle sarıldık. Bu dönüş benim için yeniden doğuş gibi. Şu an için büyük bir albüm çalışması yerine, tekli (single) eserler üzerinde yoğunlaşıyoruz. Bu eserleri stüdyoda kaydedip, ağırlıklı olarak internet ve dijital platformlar aracılığıyla dinleyicilerimize ulaştıracağız. Geleneksel albüm formatından ziyade, günümüzün hızına ve dinleme alışkanlıklarına uygun, daha sık ve yeni eserler sunmayı hedefliyoruz. Zaten her hafta kendi YouTube kanalımda canlı veya stüdyo ortamında türkü icraları yapıyorum. Bu, dinleyicilerimle aramızdaki bağı sıcak tutan çok değerli bir köprü. Bize bu aşamada lazım olan en önemli şey, dinleyicilerimizden gelecek bol bol takip ve destek. Bu destek, motivasyonumuzu en üst seviyede tutuyor. Sahne almayı ve halkımızla omuz omuza konser vermeyi inanın çok arzuluyorum. Ancak takdir edersiniz ki, bizim sanatsal etkinliklerimiz genellikle sanatçının kendi isteği doğrultusunda olmuyor. Bu noktada belediyelerin, valiliklerin ve profesyonel organizatörlerin devreye girmesi gerekiyor. Eğer bizi de programlarına dahil etmek isterlerse, güzel teklifler ve programlar gelirse, ben seve seve, büyük bir heyecanla kabul etmeye hazırım. Son olarak, çok önemli bir konuya değinmek isterim. Ortaya maalesef bir algı çıkartılmış: "Gençler türkü dinlemiyor, sevmiyor" diye. Bu kesinlikle doğru değil! Ben, sahnede de dijital platformlarda da gençlerin türkülerimize olan ilgisine ve sevgisine bizzat şahit oluyorum. Gençlerimiz türkülerimizi seviyor ve dinliyor. Bu coğrafyanın ruhunu, aşkını, hüznünü ve direncini taşıyan bu eserlere en çok onlar sahip çıkacaktır. Ben gençlerimize sonuna kadar güveniyor ve inanıyorum. Türkülerimizin geleceği onların sesinde yankılanacak.
Röportaj: Mehmet Ali BABAR



























Yorum Yazın