Bazı insanlar vardır sesleriyle olduğu kadar duruşlarıyla, bakışlarıyla, kalplere bıraktıkları izlerle hatırlanırlar. Güllü'de onlardan biriydi…
1994 yılında çıkardığı ilk albümle müzik dünyasına adeta yıldırım gibi düşmüş, kısa sürede geniş bir hayran kitlesi edinmişti. O dönem Tarabya’da sahne almaya başlamış, sesi Boğaz’ın sularına karışmıştı adeta. Ben o yıllarda Gökhan Güney, Ayhan Aşan ve ilk albüm haberini yaptığım İbrahim Erkal ile görüşmelerimi tamamladıktan sonra, Güllü’nün sahne aldığı mekâna gitmiştim. Güllü ile ilk kez orada karşılaştım. Basın danışmanı bizi tanıştırdı. Daha ilk dakikada insanın içini ısıtan bir samimiyeti vardı. Cana yakındı, zarifti, tam anlamıyla bir hanımefendiydi. Şöhretin çoğu insanda törpülediği o mütevazılığı, onda tüm canlılığıyla duruyordu.
Sohbet esnasında, içten bir gülümsemeyle,’Ben çok güzel hamsi tava yaparım. Bir gün hepinizi evime davet edip size güzel bir hamsi tava yaparım,’ demişti. Belki basit bir cümleydi ama insanın hafızasına kazınan türdendi. Çünkü samimiydi, gösterişten uzaktı. İşte Güllü buydu.
Yıllar aktı, takvim yaprakları birer birer düştü. Güllü evlendi, iki çocuk sahibi oldu. Anne oldu… Hem de nasıl bir anne. Çocuklarına düşkünlüğü dillere destandı. Onları gözünden sakınır, üzerine titrerdi. Annelik onun için bir sıfat değil, bir yaşam biçimiydi. Kim bilebilirdi ki, kaderin en acı oyunu, en çok sevdiği yerden vuracaktı onu?
O kara günün ardından ortaya atılan iddia şuydu…’Güllü alkollüydü, pencereden düştü ve hayatını kaybetti.’Yıllarca polis muhabirliği yapmış biri olarak bu senaryoya en başından itibaren inanmadım. İçime sinmedi. Çünkü bazı ölümler vardır, dosyada ‘Kaza’ yazar ama insanın vicdanında büyük bir soru işareti bırakır. Güllü’nün ölümü de öyleydi.
Ben bunun bir kaza değil, cinayet olduğunu düşünenlerdendim. Kızı Tuğyan’ın annesini ittiği ihtimali, ne kadar ağır ve insanın boğazını düğümleyen bir ihtimal olsa da, aklımdan hiç çıkmadı. Güvenlik güçlerinin titizlikle yürüttüğü çalışmalar, bu ihtimali giderek güçlendirdi. Sultan’ın itirafları, Tuğyan’ın ise sürekli inkâr eden tavrı, yaşananların karanlık yüzünü yavaş yavaş ortaya çıkardı.
Cenaze günü…
O görüntüler hâlâ gözümün önünde. Tabutun başında, ‘Anneeeem, anneeeem!’ diye feryat eden Tuğyan… O anlara her baktığımda içimde aynı cümle yankılanıyor. ‘Bu kız muhteşem bir oyuncuymuş.’ Belki ağır bir cümle ama hissettiklerim buydu. O cenazedeki abartılı çığlıklar, kontrolsüz gibi görünen ama bir o kadar da hesaplı duran o tavırlar, hâlâ zihnimde bir film şeridi gibi dönüp duruyor.
Ne yazık ki bugün gelinen noktada, Güllü’nün ölümünün öz evladının elinden olduğu gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Bu, insanın kelimelerle anlatmakta zorlandığı bir acı. Bir annenin, canından bir parça olan evladı tarafından hayattan koparılması… Bundan daha büyük bir trajedi olabilir mi?
Güllü, sahnede alkışlanan, evinde çocuklarına sarılan, yüreği sevgi dolu bir kadındı. Bir anneydi. Ve hiçbir anne, böyle bir sonu hak etmez.
Güllü hiç hak etmedi…
Habib BABAR

























Yorum Yazın