Özlememek mümkün mü eski günlerimizi? , hatırlarsınız bir zamanlar, okullarda ı “Adab-ı Muaşeret “ diye bir ders vardı.
Arapça kökenli bir kelime olan “Adab-ı muaşeret”:
Adap, edebin çoğulu... Muaşeret ise “Birlikte yaşayan kişilerin iyi geçinmesi” demektir.
Rahmetli babacığımın bana öğrettiği , düzenli bir yaşam sürebilmenin yolu saygıdan, saygının yolu nezaketten, nezaketin yolu görgüden geçer, derdi…
Dilimize yerleşmiş olan bir deyim vardır “ Küçüklere Sevgi, Büyüklere Saygı” diye.
Toplumsal bir varlık olan ya da olmak isteyen insan, kendini yaşadığı toplumdan ve o toplumu ilgilendiren değerlerden soyutlayamaz, soyutlamamalıdır.
Zaman zaman düşünürüm de, toplumun bir parçası konumunda olan her bireyin, özlemini duyduğu değerlerin oluşması, yerleşmesi, gelişmesi ve devamlılığının sağlanması için üzerine düşeni yapması gerekmez mi?
Hemen hemen hepiniz aynı şeyleri düşünebilirsiniz.
Genelde kendi arabamı kullansam da, zaman zaman park sorunu olduğundan, toplu taşım araçlarını kullanmaktayım, bakarım, Otobüslerde, Metrobüslerde, Metrolarda, Marmarayda, gençler, takmışlar kulaklarına Bluetooth kulaklık, ellerinde akıllı telefonlar, açmışlar youtube’u müzik dinlerler, yaşlı insanlar, çocuklu anneler, hamile kadınlar ayakta bekler onların umurunda mı, acaba dünyada da bu böylemiydi?
Geçmişte Japonya’ya hem oğlumu ziyarete, hemde tatil yapmaya gitmiştim.
“Japonların görgülerine hayran kaldım “ diye söze başlayabilirim.
Japonlara hayranlığım onların görgü kurallarından geliyor, önce insan diyorlar, birgün sokak aralarında evlerin çoğunluğu birbirine çok benzediğinden yolumu kaybettim, yarım saat aynı sokaklarda dönüp duruyorum, karşıma, formasından ve elindeki çantasından lise öğrencisi olduğunu sandığım bir kız çocuğu ile karşılaştım, İngilizce sadece Station diyebildim, bilirsiniz bizde olsa tarzanca tarif ederler, o kızcağız aldı beni, inanır mısınız istasyonun kapısına kadar götürdü. İki elini göğsünde birleştirerek selam verdi ve ayrıldı… Orada trenlerde, otobüslerde yaşlı, hamile ve çocuklu anneler için ayrılmış yerler var, gençler yolculukta ayakta giderler ama asla oralara oturmazlar.
Herkes imkanları doğrultusunda minnacık bile olsa bir katkıda bulunsa fena mı olur!
Ne bileyim yoldaki kırık bir cam parçasını kaldırıp çöpe atmak bile büyük bir katkı değil midir sizce de?
Olur ya annesinin elinden fırlayan bir çocuğun ayağı takılıp o cam kırıklarının üstüne düşse, ne olurdu? Düşünmek dahi istemem ben.
Maalesef günümüzde saygının yerini şiddet, nezaketin yerini kabalık ve görgünün yerini şımarıklık almış gibi. Aslında özünde “Benmerkezci” olan insan, bu hızlı değişimi fırsat bilip kendini yargılamak yerine alkışlamayı tercih ediyor maalesef.
Ve üzülerek söylüyorum ki hatta kendini en üstün insan olarak görmenin verdiği haz sarhoşluğuyla geziyor etrafta.
Nezaket, saygı ve görgü artık sadece tadımlık olarak küçük porsiyonlar halinde ve tamamen yanlış servis ediliyor.
Görgü; çatalı sola, kaşık ve bıçağı sağa koymakla olmuyor. Ya da saygı; büyüklerin yanında ayak ayak üstüne atmamaktan geçmiyor. Veya nezaket; kadınlar arabaya binerken kapılarını açmak değil sadece.
Adab-ı Muaşeret kuralları ‘İnsan Olmanın’ kuralları bence ve bu kuralların yazılı olmasına da hiç gerek yok. Mesela “Günaydın” demek, gülümsemek, selam vermek, hatır sormaktır , ya da ne bileyim olur olmaz yerde bağırıp çağırmamak, uygunsuz ortamlarda müziği sonuna kadar açıp etrafı rahatsız etmemektir insan olmanın kuralı.
Trafikte deli fişek olup tehlikeye sebebiyet vermemektir, kaldı ki trafikte magandalar ile çok karşılaşmaktayım, sanırsın yarış arabası, sürekli makas atarak giderler, şerit ihlali yaparlar, iki de bir kornaya basarlar.
Aslına bakacak olursak, gerekli gereksiz korna çalmamaktır, sırada beklemeyi bilmek, ben senden daha uyanığım edasıyla önlere kaynamaya çalışmamaktır insan olmanın kuralı.
Kendi sağlığını korumak için taktığın maskeyi, başkalarının sağlığını tehdit edercesine yere atmamaktır insanlığın kuralı.
Hak yememek, başkasının hakkını yedirmemektir.
Yol vermek, yer vermek, kırmızı ışıkta geçmemek, emniyet şeridinden gitmemektir, yerlere tükürmemektir.
Yediğin çekirdeğin kabuğunu veya mısırın koçanını etrafa atmamaktır.
Piknik yaptıktan sonra çöpünü toplamaktır, yaktığın mangal ateşini söndürmektir.
Yediğin iki köfte uğruna ormanları yakmaya sebep olmamaktır insan olmanın kuralı.
Bir somun ekmeğin yarısını, aç olanla paylaşmak, ihtiyacı olana yardım elini uzatmaktır.
Ve din, dil, ırk, renk ve cinsiyet gözetmeksizin insana insan gibi davranmaktır.
Saymak la bitmez ama, maalesef köşem doldu.
Habercaddesinde başka bir yazımda buluşmak üzere hoşçakalın ama hep dostça kalın .
CELAL KODAMANOĞLU
Genel Yayın Koordinatörü


























Yorum Yazın