Geçenlerde gazetede okuduğum bir yazı anılarımı tazeledi, beni Alaçatı’ya doğru götürdü.
Ege’nin incisi İzmir’in Çeşme ilçesinin o güzelim köyü Alaçatı’nın yerinde yeller estiği Alaçatı gerçeğini gözler önüne seriyordu.
Alaçatı’nın artık tüm özelliğini, tüm güzelliğini kaybettiğini, yozlaştığını hatta bittiğini yazan bir yazıydı… Üzüldüm , mafyalaşmış bir belde …
Daracık yollarda ara sokaklarda kulakları tırmalayan gürültülü, anlamsız kalabalıklarıyla artık bir mafya beldesi olduğunu okuyunca irkildim , mafya neden ve nasıl bu küçük köyü ele geçirmişti?
Anılarım yola düştü yine , 1980 yılının Mart ayındayız , minik kızım üç aylıktı , eşim annesiyle İzmir’in Çeşme ilçesinde geçen senenin yaz bitiminde bakılıp beğenilmiş ve kafaya konmuş bir eve bakmaya daha da doğrusu o evi almaya gidiyordu, netice de evi alıp döndüler.
O yaz eşya vs kısmını halledip, ertesi yaz oturmaya hazır hale gelen evimizde yaz tatillerimizi hep birlikte yapmaya başladık.
Her cuma namaz saatine doğru Alaçatı’ya giderdik, kayınpeder cuma namazını Hacı Memiş Ağa Cami’inde kılar, ben ve çocuklarım , kayınvalidem ve annesiyle asırlık çınar ağacının gölgesinde cami çıkışı kayınpederi beklerdik. Çünkü daimi alışveriş ettikleri bakkal, peynirci, kasap hepsi aynı yerde birbirine yakın dükkanlardaydı. Kabe’yi ziyaret gibi her cuma onları ziyaret eder, gerekli tüm malzemeleri alır evimize dönerdik şimdi o dükkanlar yok artık, asırlık çınar ağacını yok etmişler hangi eller kıyıp kestiyse…
Evler ve daracık sokaklardaki Arnavut kaldırımlar duruyor, ama sakinlik yerini kargaşaya bırakmış. Alaçatı’nın ise ne tadı var ne tuzu ama, her ağızda bir “Alaçatı’ya gidiyorum” sözü var, anlayan da gidiyor anlamayan da, moda yı takip etmek gerekiyor, oysa eski dokusu yok , eski özelliği ve sade güzelliği yok Alaçatı’nın.
Alaçatı’lı birini bulup eski halini ne kadar bilsem de onun ağzından dinlemek isterdim , ama her zamanki gibi araştırmalarımla yetineceğiz.
Alaçatı İzmir Çeşme’nin küçük tarihi şirin bir beldesi, yerli ve yabancı turistlerin gözde tatil yeri.
Tarihi dokusu, otantik bir atmosferi, dar sokakları, Arnavut kaldırımlı sokağın iki yanına sıra sıra dizilmiş iki katlı cumbalı taş evleriyle, 1800’lü yıllardan kalma yel değirmenleriyle, havası ve eşsiz doğasıyla, insanlara yüzü gülen bir belde. Hemen her köşeden bir gelin ve damat çıkabilir karşınıza, onlar bu tarihi köyün her köşesinde fotoğraf çektirmekten müthiş keyif alıyorlar bazılarından izin alıp bende bu özel anlarına konuk oluyorum ve mutluluk dileklerimle teşekkür ediyorum. Duvarlarının üzerinden sarkan rengarenk begonviler gerçekten insana keyif veriyor,
Alaçatı çok büyümüş, büyüklüğü insanı rahatsız ediyor, barlar sokağında nargile çeken insanları sıkça görmek mümkün, sesler sokaklara taşmış kulakları rahatsız ediyor.
Akşam üzeri denize karşı kızıl güneşin batışını izlemek muhteşemdir… Ressamların fırça darbelerine duyurulur .
Ayios Konstantinos Kilisesi 1870 li yıllarda inşa edilmiş ama 1900 lü yıllarda camiye çevirilerek adı Pazar Yeri Cami olmuş . Kayınpederim bu cami de namaz kıldı mı bilmem ama o her şeyin ilk sahibine hürmet ederdi , kilise olarak yapılan yer ona göre kilise kalmalıydı , bu her dine duyduğu saygıdan dolayıydı , cami varken de gittiğini hiç sanmıyorum . Hacı Memiş Ağa Camii tarihi açıdan çok eksiydi 1813 yılında yığma taş yapı olarak yapılmış olsa da yıllara meydan okumuştur ve hala ayaktadır, dikdörtgen planlıdır ve tek kubbesi vardır moloz taş tekniğiyle inşa edilmiştir .
1832 yılında inşa edilen Aya Haralambos Kilisesi bölgede ki tüm mimarisini yansıtır.
Evlerin çoğu avluya açılır, Alaçatı meydanından sağlı sollu dar yollara saptığınızda küçük dükkanları görürsünüz özellikle Antikacı dükkanlarını seyretmek…
Gördüğünüz bir objeyi geçmişle yad etmek ,
“Annemin de bundan vardı” diyebilmek , geçmişe duyulan özlem…
Ben yılda bir kez içlerine dalıp kendimi kaybetmeyi seviyorum , tanıdık objeler görürsem evime dönünce daha da kıymetlerini biliyorum. Çünkü rakamlar astronomik.
Alaçatı pazarı her cumartesi oldukça geniş bir alana yayılıyor, içlerinde ne yok derseniz?
Cevabım susmak olacaktır, çünkü herşey var, organik ürünler, yöresel lezzetler binbir çeşit bitkisel otlar, zeytinyağlı sabunlar, kuru ve yaş çiçekler , her çeşit meyve , sebze, kuru gıdalar , baharattan , takıya , kıyafetlere , tabağa , bardağa , çantadan , güneş gözlüklerine kadar herşey mevcut , yeter ki cebinizde bol paranız olsun.
Plajları , sörf alanları , rüzgarı ve malikane gibi evleriyle eşsiz doğa manzarasının kartpostallara konu olmuş halinden eser kalmamış şimdi , Alaçatı tam bir zengin yeri
“Alaçatı’yı bitirenler ise ne yazık ki İstanbullular”demiş yazıyı yazan Deniz bey, çünkü mafya burada iliklerine kadar işlemiş , ne acı değil mi? Tabancaların da zaman, zaman patladığı Alaçatı ne yazık ki bitmiş. Bizler varları yok etmekte neden bu kadar ustayız?
Haftaya güneşin batışına Çeşme‘den bakalım mı ?
Hoşçakalın, sevgilerle kalın.
FATOŞ ACAR
GAZETECİ - YAZAR
Yorum Yazın