Ne güzel de demiş Cemal Süreya;
‘’Okyanusta ölmez de insan, gider bir kaşık sevda da boğulur”
Üzerine senelerdir sayısız efsaneler yazılmış, şarkılar söylenmiş, şiirler kaleme alınmış bir konuydu bu. Çok sevdiğim bir arkadaşım bu konuyu yazmamı isteyince onu kıramadım, oysa ki çok zordu yazmak.
Acının her türlüsü zordur derler, elbet bu da bir hayli zordur yaşayan için, yorar insanı, pek tabi ağlatır da.
Aşk bence güzeldir onunla beraberken, bir kafeteryada oturmuş sabah kahvaltını onunla birlikte yaparken, masanda bir gül demeti, onu sevdiğini ve onun da seni sevdiğini söylerken, çok güzeldir aşk…
Her şeyin bir sonu vardır, öyle ya peki o büyük aşkın arasına ayrılık girerse?
Bazen anlaşmazlık, bazen ihanet, bazen de nedeni bilinmeden biter aşk.
Bu çok olmuştur belki hepimizin başından geçmiştir, işte o zaman acısı başlar ayrılığın.
Nedeni her ne olursa olsun, bir iz bırakabilir kişinin ruhunda.
Kimi karşısındakine öfke duyar; kimi ise derinden, çok derinlerden acı hisseder. Kimi maalesef susmaz, duygularını frenleyemez, eskilere dönmek için çaba sarfeder, dönüş sağlayamayınca da, suçu partnerinde arar.
Ayrılık beraberinde kaygılar da getirir;
“Ben şimdi ne yapacağım onsuz?“ diye sorar durursun kendine.
Kendini çıplak, çırılçıplak hissedersin, onun yokluğunun acısı kalbini acıtır.
ABD'nin Kaliforniya eyaletinde bulunan ve dünyanın en büyük üçüncü bütçesine sahip olan Stanford Üniversitesi Psikoloji Departmanından Lauren Howe’nin aşk acısı ve psikolojik sıkıntılar üzerine yaptığı bir çalışmada, ayrılıktan sonra kişilerin tipik olarak giriştiği ilk durumun, ayrılığı anlamlandırmaya ve nedenlerini anlamaya çalışmak olduğuna dair bulgulara ulaşılmıştır. Howe’ye göre “Kişiler böyle bir süreçte aslında kendilerine hiç de fayda sağlamayacak bir sorgu sürecine girmiştir” der.
Anadan-babadan, sevgiliden, eşten, evlattan, büyüttüğün bir ağaçtan ya da bir hayvandan, bir yerden, bir topluluktan, bir eşyadan ya da daha soyut olarak bir çağdan, bir dönemden ayrılmak…
Birkaç gün sonra buluşmak kaydıyla yahut bir daha hiç görüşmemek üzere ayrılmak; bir otogarda, bir tren istasyonunda ‘Hoşçakal' diyerek birinden ayrılmak ya da musalla taşında yatan biriyle son defa helalleşerek ayrılmak…
Ayrılık çeşitleri o kadar çok ki, ben sadece sevgiliden ayrılmayı ele aldım.
Ama hangi çeşidi olursa olsun ve o azap salgılayıcı kökleri ne kadar derinimize inerse insin, bir ayrılığın acısı diğerinin tıpa tıp aynısı değil.
Parmak izleri gibi ayrılık izleri de başka başka oluyor.
Bununla birlikte zamanın bilinen akışında, ayrılık yaşanmadan geçirilmiş bir tek saniye bile yok. Her an birileri bir yerlerde; birilerinden, bir şeylerden ya da bir zaman parçasından ayrılarak bu zincire ekleniyor.
“Ayrılmışlar ve hasret çekenler zincirine”
Bazıları baş edebiliyor bununla, bazıları altında kalıp çöküyor, eziliyor, çürüyor ve sonunda birden patlama olup intikam alırcasına eski partnerini yerden yere vurmak için türlü Bizans oyunlarına girişiyor, elbette bunda başarılı olamıyor..
Amaç karşısındakini yıpratmak değil mi işte bunda başarılı oluyor…
Bugün de yazımın sonuna geldim, başka bir yazımda buluşmak üzere,
Hoşçakalın ama hep dostça kalın.
CELAL KODAMANOĞLU
GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ
Yorum Yazın