Onunla Kadıköy rıhtımında karşılaşmıştım, elindeki beyaz bastonunu sağa sola kavisler çizerek sallıyor ve hızlı hızlı ilerlemeye çalışıyordu.
Kulak misafiri oldum, önümdeki çifte bastonu ile dokunarak şöyle dedi
“Beşiktaş vapur iskelesine nasıl gidebilirim ?”
Bazen insanlarımız bakar kör olurlar, çift onu önemsememişti, kör olduğunu farketmemişti bile, sanki onları görüyormuş gibi algıladılar, elleriyle gideceği yeri göstererek,
“Buradan git” demezler m?
İrkildim, adımlarımı hızlandırıp gencin koluna girdim,
“Nereye gideceksen ben sana yardımcı olayım”,
“Abicim Beşiktaş vapur iskelesine gidecektim”,
“Tamam ben seni oraya kadar götüreyim”,
“Ama” diye devam etti,
“15.15 vapuruna yetişebilir miyim?”
Saatime baktım, saat 15.05’ti, İskele ortalama 200 metre kadar ilerimizdeydi, hiç tereddütsüz
“Elbette ama biraz hızlı gitmemiz lazım, bana ayak uydurabilir misin ?”
“Tabii abiciğim“ dedi o da adımlarını hızlandırdı kolkola gidiyorduk.
Gençten bir çocuktu, durumuna üzülmüştüm, çünkü biraz önceki ona umursamazcasına yol gösteren çiftlerde hemen hemen aynı yaşlarda sayılırdı, dayanamadım
“Kaç yaşındasın? “
“Kaç yaşındayım dersin abicim?”
Yüzüne baktım, temiz tıraşlı, tertemiz giyimli bir gençti.
“30 gösteriyorsun, doğru bildim mi ne dersin?“ dedim.
Güldü,
“Yaklaştın abiciğim ama iki yıl daha koy üstüne, 32 yaşındayım” dedi..
Konuşa, konuşa iskeleye gelmiştik, vapur kalkmak üzereydi, orada duran güvenlik görevlisine seslendim, yanıma çağırdım, koşarak geldi,
“Bu arkadaş görme engelli, onu vapurun içine kadar götürebilir misin ?”
“Elbette” dedi.
Çımacılara bağırıp biraz beklemelerini söyledi.
Genç turnikelerden geçtikten sonra bu kez güvenlik görevlisi koluna girip onu vapura götürürken, döndü bana seslendi.
“Abi hakkını helal et”
“Helal olsun, binlerce defa helal olsun” derken gözümden iki damla yaşta akmıştı. Gözyaşlarımı silerken aklımdan şu düşünceler geçmişti.
Hayatının baharında dünya güzelliklerini görememek kolay mı sanıyorsunuz?
Şöyle bir empati de yapın isterim, evde elektrikler kesildiğinde bulunduğunuz odadan başka bir odaya geçerken ne kadar zorlanıyoruz ki düşünün bu dakikalık yada saatlik bir olay, bunun ömürboyu olduğunu bir hayal edin isterim.
Hatta bu konuyu bir arkadaşımla hastenede sıra beklerken konuşmuştuk…
“Bana hastane koridorunda koşuşan hastaları göstererek, bak demişti,
Hani bir şarkı vardır,
“Beterin beteri var,
Haline Şükret Dostum” der…
“İşte böyle Celal” diye devam etmişti, elbetteki bir uzvun olmaması gerçekten çok zor ama bence en zor olanı insanın gözlerinin görmemesi.
Düşünsene bu insanlara renkleri nasıl anlatırsın, sana kırmızıyı anlatmaya kalksam, kısaca bayrak rengi derim, yada maviyi, gök veya denizi anlatırım anlarsın peki görmeyen birisine renkleri nasıl anlatırsın? Bayrak kırmızısı desem, kırmızı ne bilmiyor ki… İşte bu çok zor arkadaşım demişti bana…
Evet çok ama çok zordu…
Oysa insanlarımız o kadar vurdumduymaz olmuşlar ki, etraflarında olup bitenlerden hiç haberleri yok. Örnek biraz önce karşılaştığım o kör gence işaretle yol göstermeye kalkan bakar körler!
İnsanlarımız mutsuz, herbiri sanki at gözlüğü takmışçasına yolda yürürler, etraflarına hiç bakmazlar neler olup neler bittiğinden habersizdirler…
Kadıköy rıhtımında oturmuş, martıları seyredip Karaköy vapurunun gelmesini beklerken,
Rıhtımda toplanmış gençler, hep bir ağızdan,
Füsun Önal’ın gençliğimizde söylediği şarkısını söylüyorlardı.
“Senden başka, senden başka
Gözüm görmez hiç kimseyi
Senden başka, senden başka
Duyamam ben hiç kimseyi”
Ve bu şarkı kulaklarımızın pasını silerken, 15.15 Beşiktaş vapuru çoktan kalkmıştı, aklım genç çocuktaydı, indiği zaman onu kimler nasıl karşılayacaktı?
İyi yolculuklar kardeşim, başka bir zaman, başka bir yerde belki karşılaşırız.
Hoş kalın, ama hep dostça kalın
CELAL KODAMANOĞLU
GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ


























Yorum Yazın