Neredeyse ikinci vatanım gibi oldu diyebilirim Kıbrıs için. Neden mi ?
Kırk yılı aşkın bir süredir her yıl buradayım, yetmişli yılların sonuna doğru ilk kez geldiğimizde bir daha mı, aman ne gerek var, asla …!
Diyen ben, senelerdir eşimi de bu küçük yavru vatana sürüklüyorum. Yeşile hasret küçük bir ülkecik, dünya tanımak istemiyor ama ben iyi tanıyorum, ilk zamanlar tabak çanak ve aslanlı battaniyeleri için gelen bizler neler neler taşırdık ülkemize dönerken şimdi hiç bir şey yok inanın, o zamanlarda bizim ülkemizde pek bir şey yoktu, çeyizlerimizin meşhur papatyalı pyreks takımlarını ya da pembeli mavili manzaralı İngiliz takımlarını tamamlamak için az buz yol katedip havalarda uçmamıştık o ağırlıklarla, kırılınca ayrı üzüntü olurdu, geçip gitti o günler şimdi ülkemizde olmayan tek şey (Kumarhaneler)
O da burada var kumarhane nedir bilmeyen Kıbrıs şimdilerde kumarhane cenneti oldu. Hemen her otelde de var böyle bir hizmet sektörü . İşte yaz kış gelenler sırf bunun için geliyor, oysa ne ben ne eşim kumarhanenin kapısından merhaba bile demeyiz, haydan gelen huya gider derler ya, ben milli piyango bileti bile almayan biriyim ama buraya gelenleri çok iyi incelerim, daha çok yalnız gelen beyler ve özellikle orta yaş üstü bayanlar kumarcı diye tabir edebileceğimiz bu tipler hemen belli oluyor. Yeşilçam’ın figüranları vardır, oynadığı role cuk oturan, işte bu daimi kumar oynayanlarında oynadıkları makinayla özdeşleşen tipleri var, nasıl oluyorsa burada da durum aynı.
Yemekten sonra insanlar hemen kayboldular, gittikleri yer belli, bu da başka türlü bir hastalık demek ki.
Yıllar önce bir komşumuz vardı, apartmana rüzgar gibi girdiler fırtına gibi çıktılar çok kısa bir süre oturdular oysa o daire onlarındı bir anda satıldı gitti, ne olduğunu anlamadık bile hanımın mesleği yok, benim gibi ev hanımı , iki çocukları var orta okul ve lise talebesi, eşi diş hekimi. O zamanlar bizim de bazı otellerimizinde Casinoları var, hanım yarım dünya güzeli dediğimiz tipte tombul tombalalak biri, ama kumara müptela, eşi tek ayak üstü milletin ağzının kokusunu çeken zorlu bir mesleğin sahibi, son derece beyefendi sessiz, herkese saygılı, işinden evine , evinden işine giden bir bey.
Meğer hanım o casinoların daimi müşterisiymiş, önceleri eşinin hastaları için aldığı , evinde muhafaza ettiği altınları satmaya başlamış (O zamanlar altın diş modası vardı) kadın ya da erkek ağızlarında altın dişle gezmeyi pek severdi, sağlam mı olurdu acaba ?
Altınlar birer ikişer yok olduktan sonra nasıl oldu bilmiyoruz bir anda girdiği borç yüzünden, ev de gitti , kavga kıyamet koptu , eşyalar sokaklara fırlatıldı, o sessiz sakin adamcağız bir anda farklı bir kimliğe büründü, çocuklar perişan oldu, hepimiz bu olayı yaşarken çok utandık, hanım kapımızı çalıp yardım isteyecek korkusunu yaşadık, ama bir ailenin yok oluşuna, bir evin yıkılışına şahit olduk, çocukları bir daha görmedik, bey muayenehanesinden gelmez oldu, hanım süklüm püklüm çıktı gitti evden bir ocak söndü , sonrasında hiç haber alınmadı, evlilik resmen bitmiş denildi, alkolün insanı yok ettiğini bilirdim ama kumarı kulağımızın dibinde, gözümüzün önünde böylesine acı bir sonla yaşamak tüm komşular olarak hepimizi sarstı. O dönemlerde evlerde konken oynanırdı evlerde, hanımlar arasında ya da hafta sonu akşamlarında eşli olarak, ben de dahil olurdum, adım uyduruk oyuncu zararsız ziyansız, ama belki de böyle başlıyordu aldığımız acı dersle ben de oyunu bıraktım, hatta nefret ettim, havadan gelecek şans oyunları mı? Hiç gerek yok dedim.
Bazı seyahatlerimizde dünyanın en ünlü kumarhanelerine çok yakın oluyoruz ama değil oynamak kapılarının önünden bile geçmiyorum.
Peki niye geliyorum diyeceksiniz , üstelik Kıbrıs’lılar biz Türkleri de çok sevmiyorken , onlar adalarının ikiye ayrılmasından bile memnun değil, Rumlar’la gayet güzel anlaştıklarını söyledi Kıbrıslı bir taksi şoförü, yapılan tüm kötülüklerin üstüne bir çizgi çekmişler bazıları, ticari alışverişimiz var bizim diyor araba lastiklerini onlardan alıyormuş , kiminin de çocukluk arkadaşıymış , ne kadar yalan ne kadar doğruysa artık bize yasak bölgeye de kim gidiyor kim geliyor bilmiyorum ama ben o bölgenin yemyeşil ve tertemiz olduğunu görmüştüm sınır çekilmiş teller arkasında, oldukça mamur bir bölge …
Gelelim bu çorak adada ne işimiz var ?
Her yıl Ekim sonu Kasım başı bıkmamacasına buraya gelmeyi seviyorum , çünkü trafik cezası yemeden geldiğimiz tek yer, eşim sürat hastası , okul hayatında ona şimşek lakabını takmışlar okul yıllığında da tescilli, yetmiş yaşını çoktan geçti adamcağız hala hız peşinde cezalara gık demiyor. Bunun tartışmasını yaşayıp yüreğim ağzımda o tırın bu kamyonun arasından geçerken dualarım hep dilimin ucunda ve sabrım…
İşte bu nedenle burayı tercih ediyorum.
Havaalanlarındaki işlemler sıkıntılı da olsa havadan uçup denizi aşıyor ana karadan yavru karaya iniyorsunuz hiç bir radar , hiç bir polis hız yaptın diye ceza kesmiyor Allah pilotlarımıza, hosteslerimize sağlıklı ömürler versin , yolları hep açık olsun .
Yıllar geçtikçe çok güzel , çok şık evler yapılıyor , devasa turistik oteller adayı çepeçevre sarıyor, karşıdan karşıya bize göz kırpıyorlar sanki. Eski dükkanların o güzel tabak çanakları yok artık herşey daha kalitesiz, içki ve sigara dükkanları her yıl daha da artıyor, bir de dünya markalarının taklitleri. Olsun ben yine de gelirim kısmet oldukça , üç beş gün tatil , dinlenme, bir de çaylarımı alır dönerim. Çaykolikte değilim ama o çay biz de alışkanlık oldu, vazgeçmek yok yola devam diyoruz , şimdi kahvaltı saatimiz eşim bekliyor hepinize sonsuz sevgilerimi gönderiyorum başka bir yazımda buluşmak ümidiyle hoşçakalın.
FATOŞ ACAR
GAZETECİ YAZAR


























Yorum Yazın