“Onlar yıllar önce bir Ramazan günü fırında pide kuyruğunda tanışmışlardı” diye söze başlamıştı, Benim çok eski bir arkadaşımdır Canan … Ağlıyordu, gözyaşlarını sildim,
“Anlatma istersen “ dedim…
Hava çok güzeldi, Ankaralı lar bilirler, Sakarya caddesi, Kızılay’ın paralelinde bir sokaktır, orası da Ankara’nın gençlik merkezidir diyebilirim, kahvesinden bir yudum aldı ve söze devam etti…
“Yıllar yılları kovaladı, onların dostlukları arkadaşlıkları hiç ama hiç bitmedi, hatta daha da alevlenmişti, artık bunu noktalamak, istiyorlardı. Ama hani derler ya davul bile dengi dengine vurur diye… Biz köklü, tanınan bir aileyiz, saygınlığımız var, kızımızı o sokak serserisine vermek istemedik, ama aşk işte, atalarımız boşuna dememişler “Aşk ferman dinlemez” diye…
Kızımızı ondan ayıramadık, birde hamile kalınca mecbur kaldık nikahlanmalarına evet demeye. ”
“Ve sade bir törenle evlendiler, oysa ki ağabeyim biricik varlığı kızı için neler düşünmüştü, onu pırıl pırıl, saygın, iyi bir aile çocuğu ile evlendirip, Gölbaşı’nda dillere destan düğün yapmak istiyordu. Olmadı işte olmadı “
Suskunluğum artmış Cananı, pür dikkat dinliyorum, Sakarya Caddesi’nden sokaklara taşmış masalar ve onlarca insan kalabalığının arasında hüznü ile Canan fark ediliyordu. Hüznünün sebebini anlatmaya başladı:
“Bir yıl, iki yıl derken cicim ayları çoktan bitmişti, damat bey, işinden de ayrılmış, bizim aileye sırtını dayamıştı. Zaten ağabeyimin verdiği bir evde yaşıyorlardı, ilk başlarda her şey iyi güzeldi. Sonraki zamanlarda bizim de sonradan öğrendiğimiz aile içi şiddet başlamıştı. Artık bu evliliği bitirme zamanı gelmişti, Damat öylesine şiddet yanlısı birisiydi ki, tam bir psikopattı, kızımız artık dayanamaz hale gelmişti, boşanmak istedi, çok defalar mahkemelik oldular ama bir türlü boşanmayı başaramadılar. … Son çare olarak yüklü bir tazminat vererek nihayet başımızdan atmıştık…
Boşanmış olmasına rağmen rahatsızlıkları devam ediyordu, açıkça kızımızı kıskanıyordu, bir kaç defa yolunu kesmiş, taciz etmiş, bunun üzerine uzaklaştırma bile almıştı, Kızımıza türlü iftiralar atmaya başladı, o sıralar ilkokulda okuyan torunumuzu da takibe başlamıştı…
Sonunda yelkenleri indirmiş bize yalvarmaya başlamıştı. Annesine çocuğunu görebilmek için yalvardı, bir fırsat istedi… Babasıydı… bir şey diyemedik ve sözleşilen yerde annesi ile buluşmuşlar.
Ben yoktum, İstanbul da toplantıdaydım. Uçakla Esenboğa Havalimanına gelmiştim. şirketimizin şöförü beni karşılamıştı, eve dönüyordum, yolda bir kalabalık gördüm, ne olduğunu anlayamadım… eve girdim, evde ki herkes sus pustu, kimse bir şey demiyordu, sanki benden bir şey gizleniyordu bir anlam veremiyordum…
Şirketle telefon görüşmesi yaptım, koltuğuma oturup TV.yi açtım, keşke açmaz olaydım keşkeeeeee!
Bu bir zamanlar damat diye ailemize aldığımız bu psikopat insan benim güzel yeğenimi, çağırmış, Havaalanı yolunda karşılamış, annesinin elinden tutan çocuğunun gözleri önünde silahını çıkartmış, tek bir kurşunla yeğenimi öldürmüştü, işte yolda karşılaştığım o kalabalık, benim güzeller güzeli yeğenimin cenazesiymiş meğerse…
Benimde gözlerim dolmuştu. Canan’ın ağzını elimle kapattım “Tamam” dedim, “Tamam lütfen devamını anlatma, sana sonuna kadar hak veriyorum… Allah Ağabeyine, yengene, hepinize büyük sabırlar versin..
Bu hikayeyi neden anlattım derseniz… işte kıskançlığa verilebilecek en güzel örneklerden biriydi de ondan…
Kıskançlık… TDK sözlüğü kısaca şöyle açıklıyor…
“Bir kimseye, bir kişi üstünlük gösterdiğinde veya sevdiği kişinin, başkası ile ilgilendiğini düşündüğü zaman takındığı olumsuz bir tutumdur”
Ama benim fikrimi sorarsanız, elbette insan sevdiğini kıskanır, onu başkasıyla paylaşmak istemez, ama bunu hastalık boyutlarına getirmemeli, hele ki, bu tür telafisi mümkün olmayan büyük boyuttaki olaylara asla.
Kimsenin özgürlüğünü, yaşam hakkını elinden almaya kimsenin hakkı yoktur, olamaz da.
Bugünlükte bu kadar hoşçakalın ama hep dostça kalın…
CELAL KODAMANOĞLU
Haber Caddesi
Genel Yayın Koordinatörü
Yorum Yazın