Tahammül edemediğim insanları yazmak için bana tahammül gerekli…
Mevlana ne de güzel demiş değil mi !
“Suskunluğum asaletimdendir
Her lafa verecek cevabım var lakin
Bir lafa bakarım, laf mı diye
Bir de söyleyene bakarım
Adam mı diye!”
Hayatta hepimizin tahammül edemediği insanlar vardır mutlaka. Kişiliğimize, karakterimize göre değişir hangi insanlardan hiç haz etmediğimiz. Sevdiğimiz özellikler de olur, sevmediklerimizde karşı tarafta.
Ama eğer biri bizim kırmızı çizgimizi geçiyorsa “Orada dur” deriz ve demeliyiz de.
“Aman ağzımızın tadı kaçmasın ” modunda olmak bizi sadece daha çok yıpratır. Hak edene hak ettiği şekilde cevap vermeli diyeceğim ama ben bu şekilde davranamıyorum ve bu yüzden de kaybediyorum.
Karakterim icabı onun seviyesine inmemeye çalışırım, omurgalı olmak bir erdemdir, omurgasız insanlarla Allah bizi karşı karşıya getirmesin diye hep dua ederim. Ama nerede? Bazen öyleleri karşınıza çıkıyor ki, vicdanınızı tırmalıyor, ona hakettiği gibi davranabiliyor musunuz?
Gerektiği zaman gereken cevabı verebiliyormusunuz karşı tarafa, yoksa anlattığım karşı tarafın anlayacağı kadardır deyip susuyor muyuz? Ben genelde ikincisini tercih ediyorum..
Kaldımı eski aşklar:
Cemal Süreya ne güzel de söylemiş
“Açık çay içerdi hep,
Demli olunca bardağın diğer tarafından beni göremezmiş,
Öyle derdi..”
Ama zaman değişti görmek istemediğim insanlar olduğu zaman bende çayı demli içiyorum. “Hakkımı helal ediyorum, ne olur Allah’a yakın, bana uzak ol” dediğim, anlatmaya çalıştığım insanlar çok oldu, senin hep bu negatif düşüncelerin yüzünden ya da cahilliğinden demeyi çok istedim ama diyemedim.. En sonunda ne yaptım peki? Cahille muhabbeti kestim !
Sen kesemiyorsan o ayrı…
Söylemek isteyip de söyleyemediklerin olunca daha da sinirleniyorsun, ama boş… Kendi çapında sinirlenir durursun sadece.
Neden kesemiyorsun cahille muhabbeti peki? Çünkü her yerdeler onlarla bir şekilde bir yerlerde illaki muhabbete girmen icap ediyor.
O zaman ne yapıyorsun? Detaya girmeden çoğunlukla “he he” deyip geçiyorsun ama onlar o kısacık sohbette bile senin sinirlerini zıplatmayı başarıyorlar.
Mesela bazı insanlar gerçekten kaostan besleniyor, olay olmasa da olay çıkarıp sonra da arkalarına yaslanıp seyrediyorlar.
Bazıları negatif topu gibi dolanıyor her yerde, ne söylesen olumsuz bir şey söylüyor üstüne., ne söylesen ne yapsan memnun edemiyorsun.
Bazıları her şeyi ben bilirim ben yaparım diye geziniyor ama baksan sadece boş laf, icraat yok..
Örnekleri uzatabiliriz ama yazarken bile yoruyor beni işte bu tür insanlar. Kanımızı emen sivrisinek gibiler resmen, ısırıp gidiyorlar günlerce kaşınıyorsun.
Ne yapalım? Uzak duralım, duralım da e dedim ya pek mümkün olamıyor.. Sivrisineklerin ilacı var, bu tür insanların yok ki!
Yazdıkça yazasım geliyor da, yazımı okurken düşündüren, düşündürürken “Ben insanları neden tanıyamamışım” diye üzen bir hikaye ile noktalamak isterim. İnsanları tanımadan asla onlar hakkında kesin yargıya varmamalıyız, eleştirmek çok kolaydır, ama sonuçları acıdır, Hikayemiz Hindistan’da geçiyor.
“Hindistan’da çok ünlü bir ressam varmış…
Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş…
Ve onu “Renklerin Ustası” anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş…
Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru’ya götürmüş ve ondan resminin değerlendirmesini istemiş…
Ranga Guru ise;
‘Sen artık ressam sayılırsın Racaçi.. Artık senin resmini halk değerlendirecek’ diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını, yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor…
Çok üzülmüş tabii.Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru’ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru’ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru…
Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte… Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.
Raciçi denileni yapmış… Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış..
Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru’ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış..
Ranga Guru ise;
‘Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün…
Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.. Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin…
Yapıcı olmak eğitim gerektirir…
Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi…
İşte hayatta böyle değilmidir, birbirimize ne kadar tahammülsüzüz değil mi?
Ne diyeyim Allah karışınıza iyi niyetli düzgün insanlar çıkartsın…
Yoksa duygu sömürüsü ile sizi kullanmaya çalışan yalancı o kadar çok insanlar var ki aramızda…
Bu haftalıkta bu kadar,
Haftaya Habercaddesinde başka bir konuda buluşmak üzere
CELAL KODAMANOĞLU
Haber caddesi
Genel Yayın Koordinatörü
Yorum Yazın