Hayat, bazen hiç ummadığınız bir anda yüreğinizi sıkıca kavrayan bir anıyla sizi baş başa bırakır. Bugün, çalışma ofisimde çekmeceleri karıştırırken yıllardır sakladığım bir kutunun içinden üç küçük emzik çıktı karşıma… Lidya’mın bebekliğinden kalma, minicik dudaklarının değdiği o emzikler…
O an, kalbim öyle hızlı çarptı ki durduramadım… Gözlerim doldu, boğazım düğümlendi. Yıllar bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. Lidya’nın minicik elleri, masum gülüşleri, bana ilk kez "baba" dediği o an… Ve şimdi elimde sadece üç küçük emzik… Yirmi yıl önce kızımın dudaklarına değmiş, belki uykuya dalarken sıkı sıkı tuttuğu, belki ağlamayı bıraktıran o küçücük mucizeler…
İşte hayatın en ağır yanı bu… Zaman hızla akıp giderken, geriye sadece hatıralar kalıyor. Ama bazı hatıralar var ki, yüreğe kazınıyor, sökülüp atılamıyor. İşte o üç emzik… Onları yirmi yıldır saklıyorum, ölünceye kadar da saklayacağım. Çünkü onlar sadece bir eşya değil; bir babanın evladına olan sevgisinin, hasretinin ve geçip giden yıllara inat sakladığı umudunun en masum kanıtları…
Ve işin en zor yanı, özlemi yüreğine gömüp yaşamaya devam etmek… Allah’tan sosyal medya var. Bazen tesadüfen denk geliyor, paylaşımlar görüyor, hasretimi biraz olsun bastırmaya çalışıyorum. Geçtiğimiz haftalarda mezuniyetini gördüm mesela… O fotoğrafa dakikalarca baktım, gururla… Belki bir gün evlendiğini de yine sosyal medyadan öğreneceğim… O an geldiğinde, kim bilir belki yine uzaktan, sessizce mutlu olurum.
Ama buna da şükür… Sağ olsun, mutlu olsun… Bu hayatta ondan başka hiçbir şey istemiyorum. Onun mutluluğu, benim en büyük tesellim… Ve ben, o üç emzikle beraber, evladına doyamamış bir babanın yüreğinde taşıdığı sevgiyi ve özlemi, ömrümün sonuna kadar saklamaya devam edeceğim…
Yorum Yazın