Bazı türküler vardır, hikayesi çok acıklıdır, ama bestesi yüzünden ancak bizler onu oyun havası olarak algılarız, mesela Tokat’ın ünlü türküsü “Hey Onbeşli” Çanakkale Savaşı’na yaşlı genç, eli silah tutan herkes gidince, sıra 15 yaşındaki çocuklara gelmiş, işte dönmeyeceğini bildikleri çocuklarını savaşa uğurlayan Tokat köylüleri evlatlarının arkalarından bu türküyü ağıt olarak yakmışlardır, ama maalesef günümüzde Gülüzar makamında söylendiği için oyun havası olarak algılıyoruz.
Buraya nereden geldim derseniz, “Ormancı” türküsünü bilmeyeniniz yoktur, yine dinlerken neşeleniriz ama, bu türkünün öyküsü bir o kadar da acıklıdır..
“ Çıktım Belen Kahvesine, baktım ovaya,
Bay Mustafa çağırdı dam’ oynamaya.
Ormancı da gelir gelmez yıkar masayı, yıkar masayı!
Laf anlamaz ormancı, çekmiş kafayı.
Aman ormancı, canım ormancı,
Köyümüze getirdin yoktan bir acı.”
Müzeyyen Senar radyoda bu türküyü söylerken, rahmetli babam ona eşlik eder, birlikte söylerdi, ondandır ki ne zaman bu türküyü duysam babamın o güzel sesi, kulaklarımda çınlar. Sizler bu türkünün gerçek bir hikayeden yola çıkılarak bestelendiğini bilir miydiniz? Bilenleriniz mutlaka vardır, isterseniz öyküyü birde benden dinleyin.
Hikayemizin baş kahramanı Mustafa 1922 yılında Muğla'nın Gevenes Köyünde, (Şimdiki adıyla Çaybükü Mahallesinde) dünyaya dünyaya gelmiş bir ağa çocuğudur.
Eh tabiki ağa çocuğu olunca, birde baba soyunu sürdürecek olması nedeniyle Mustafa el bebek gül bebek yetiştirilmiş, güçlü kuvvetli bir yiğit delikanlıdır. Olayımızın kahramanları ağa çocuğu Mustafa ve onun en yakın arkadaşı aynı zamanda köy muhtarlığı yapan Tevfik Cezayir’dir.
İşte bu iki arkadaş köye hakim bir yamaçta kurulmuş, köylülerin buluşma noktası köy kahvesinde en sevdikleri oyun olan dama oynarlar ama iddiasız da oynamayı pek sevmezler.
1946 yılının Temmuz sıcağında bu ağa çocuğu Mustafa ile canciğer arkadaşı, köyün muhtarı Tevfik köy kahvesinde iddialı bir dama müsabakası yaparlar. Oyun öyle heyecanlıdır ki, köy kahvesinde bulunan diğer köylüler tarafından da ilgiyle izlenirken aynı köyde orman memurluğu yapan Sarı Memet lakaplı biri her zaman olduğu gibi yine körkütük sarhoş olarak kahveye gelir. Ayakta durmakta bile zorlanan bu adam, kahveden içeri girdiğinde yalpalaya yalpalaya yürürken sandalyeye tutunamayıp yere düşer, Sarı Memet’i kaldırıp, oyun masasının yanındaki bir sandalyeyi çekip oturturlar.
Heyecanlı dama oyunu devam ederken, o zamanlar da 1946 seçimleri de yeni yapılmış, seçim evrakları da köy bekçisi tarafından ilçeye götürülmesi için köy muhtarı tarafından bekçiye verilmişti, işte bu arada orman memuru sarhoş Sarı Memet devreye girerek Gevenes ve Kozağaç köyleri civarında bir orman yangını ile ilgili tutulan zaptın bekçi tarafından Muğla'ya gönderilmesini muhtardan talep eder, ama muhtar seçim sonuçlarının daha önemli olduğunu, öncelikle seçim sonuçlarının ilçeye gitmesi gerektiğini söyleyerek ormancının teklifini geri çevirir ve aralarında tartışma başlar.
Öyle ki sözlü tartışma gittikçe artarak, arbedeye dönüşür, ormancı Sarı Memet hiddetle dama tahtasına yumruk atmasıyla beraber masa üstündeki taşlar yere dökülür, kısaca oyunun en heyecanlı anında masa dağıtılmıştır.
Ağaoğlu Mustafa, bu duruma çok kızar, ormancı Sarı Memet’e Osmanlı şamarı ile cevap verir, olayın büyümemesi için köylüler ormancıyı alıp, yaka paça kahvenin arka tarafına götürürler, içki işte şişede durduğu gibi durmuyor, sarhoş ormancı küfürler savurmaya başlar, sabırda bir yere kadardır, Mustafa artık bu duruma tahammül edemez hale gelir, yerinden kalkarak sarhoş ormancının üzerine doğru yürür ve aralarında şiddetli bir arbede başlar, ormancı bu kez kendini savunmak için cebinden çıkardığı bıçağı ile Mustafa’yı kolundan yaralar, olay daha da alevlenir.
Mustafa, sarhoş vaziyetle ne yaptığını bilmez hareketler yapan ormancıyı korkutmak amacıyla belindeki silahını çıkartıp yere doğru birkaç kez ateş eder, muhtar Tevfik, olayın büyümesinden korkarak, sarhoş ormancının Mustafa’yı bıçaklamaması için elinden tutar, bu arada ormancı daha da efelenmiştir, Mustafa da canı yandığı için kendini bilmez bir vaziyette tabancanın tetiğine basar, kör kurşun muhtar Tevfik’e isabet eder.
Muhtar yere yıkılır durumu gören ormancı Sarı Memet korkusundan oradan kaçar, Mustafa kaçmakta olan ormancıya ateş etmeye başlar, ormancı da vurulur ve yere düşer, ancak arka cebinde tütün tabakası onu mutlak ölümden kurtarmıştır, fakat muhtar Tevfik kanlar içinde hala yerde yatmaktadır.
O dönemin şartlarında ambülans falan yok, muhtar Tevfik tahta bir sedye ile köyden 23 kilometre uzakta bulunan Muğla Devlet Hastanesi’ne köylüler tarafından yetiştirilir, ancak çok kan kaybetmiştir.
Mustafa doktora arkadaşını iyileştirmesi için ne kadar yalvarsa da doktor yapacak fazla bir şey olmadığını söyler, herkes yıkılır, öleceğini anlayan muhtar, Mustafa’yı el işaretiyle yanına çağırarak
“Ben ölüyorum, hakkını bana helal et Mustafa” der ve hastanenin o soğuk koridorunda son nefesini verir.
Mustafa dört yıl cezaevinde kabus dolu geceler geçirir kolay değildir, demir parmaklar arkasında vicdan azabı çeker, her gece rüyasında çok sevdiği arkadaşı Muhtar Tevfik’i görür.
Orman memuru Sarı Memet artık o köyde fazla barınamaz çünkü köyün tamamı bu olaylara sebep olduğu için kendisine düşmandır, başka bir beldeye tayinini ister ve yine Muğla’nın, Aydın iline sınır Kavaklıdere ilçesinde yeni görev yerinde vazifesine başlar.
Kaza kurşunu ile yaşamını yitiren muhtar Tevfik geride genç bir eş ve 3 ufak çocuk bırakmıştır, zavallı karısı Pembe de 25 yaşında dul kalmıştı, eşini çok seven Pembe onun acısına dayanadı, olaydan birkaç yıl sonra akli dengesini kaybedip kalan günlerini bir akıl hastanesinde tamamladı.
İşte o günlerde köyde değirmencilik yapan, aynı zamanda Mustafa’nın da anne tarafından akrabası değirmenci Tahir usta, Ormancı Sarı Memet, Mustafa Şahbudak ve muhtar Tevfik arasındaki elim olayın şiirini yazar ve besteler.
Adı da “Ormancı”dır. Türkü çok acı bir anıyı dile getirsede çok tutulur, radyolarda, düğünlerde söylenmeye başlar. Zamanın hükümeti tarafından devlet memurunun küçük düşürüldüğü düşüncesi ile türkü bir zamanlar yasaklansa da, sonra ki yıllarda yasak kalkar ve günümüze kadar türkü söylenegelir…
Gelelim kahramanlarımıza:
Bu acı olaydan sonra köyde kalamayacağını anlayan Sarı Memet, Kavaklıdere Orman Müdürlüğü’ne tayinini ister ve oraya yerleşir, emekli olduktan sonra bu acı olayı unutmaya çalışır, doksanlı yılların başında da ölür.
Hayatının geri kalan yıllarını büyük bir vicdan azabı içinde yaşayarak geçiren Mustafa Şahbudak ise 28 Mart 2005 günü tedavi gördüğü İzmir Ege Üniversitesi Hastanesi’nde 83 yaşında aramızdan ayrılır.
Bu olayın geçtiği “Belen Kahvesi” lanetlenir, kimse gitmez, bakımsızlıktan harabe haline gelen kahve, 6 Nisan 2005 yılında Muğla Valiliği tarafından kamulaştırılıp restore edilerek tekrar hizmete açılır. Bugün “Belen Kahvesi”, Muğla’nın Çaybükü Mahallesinde ovaya hâkim bir tepede turistik amaçlı halkın hizmetine açılmıştır.
Hikayemiz bu kadar, umarım artık “Ormancı” türküsünü dinlerken, bu türkünün acı öyküsünü de hatırlarsınız…
Başka bir yazımda, başka bir konuda buluşmak üzere hoş kalın, hoşça kalın.
ESRA SONGÜLER
HABER CADDESİ EDİTÖRÜ


























Yorum Yazın