19 Mayıs…
Bir milletin yeniden doğduğu, zincirlerini kırıp ayağa kalktığı gün.
Samsun’a çıkan bir liderin, yalnızca toprakları değil, zihinleri ve kalpleri de özgürleştirdiği bir tarih.
O lider, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tü.
Zaferlerle süslediği bir hayatı vardı; savaş meydanlarında düşmanı dize getirmiş, fikri devrimlerle çağ atlatmıştı bu millete.
Ama her zaferin ardında görünmeyen bir yalnızlık vardı.
En büyük savaşı belki de kendi kalbinde vermişti: Kadın konusunda, özel hayatında.
Latife Hanım’la yaptığı evlilik, büyük umutlarla başlamıştı.
İki modern zihin, iki güçlü karakter...
Ama olmadı.
Ayrıldılar.
Sonrasında hayatına giren hiçbir kadınla uzun soluklu bir birliktelik kuramadı.
Çünkü onun hayatı, millete adanmış bir mücadeleydi.
Belki de bu yüzden, özel hayattaki dengeyi kurmak mümkün olmadı.
Ve ben…
Ben de onun izinden yürümeye çalışan bir adamım.
Ama ne tuhaf tesadüf ki, ben de evlilikten yana yüzü gülmeyenlerdenim.
Dört kez nikah masasına oturdum.
İkincisi ve üçüncüsü aynı kişiydi…
Demek ki kalp bazen aynı acıya iki kez kanabiliyor.
Şimdi üçüncü eşimden ayrılıyorum.
Ve içimde aynı soru: Neden bu kadar sevdik ama huzuru bulamadık?
Belki de bazı adamlar, yalnız yürümek zorunda kalıyor hayatta.
Tıpkı Atatürk gibi.
Koca bir milletin kalbine dokunmayı başarmış bir liderin, kendi kalbinde eksik kalan bir şeyler vardı.
O eksikliği gözlerinde hep görmek mümkündü.
O yalnızlığı, kalabalıkların ortasında bile hissederdi.
Bugün 19 Mayıs.
Atatürk’ü anarken, onun sadece zaferlerini değil, insani yönlerini de anlıyorum.
Çünkü onun da canı yandı.
Onun da gönlü kırıldı.
Ama o, her şeye rağmen milletini sevdi.
Ve ben de her şeye rağmen hâlâ sevmenin, hâlâ yeniden başlayabilmenin mümkün olduğuna inanıyorum.
Hayatın bana öğrettiği tek şey varsa o da şu:
Bazı savaşlar dışarda kazanılır.
Ama bazıları…
Sadece içeride, sessizce yaşanır.
Ve galip gelinse bile iz bırakır.
Burhan AKDAĞ
Yorum Yazın