O gece sahneye düşen ışık, yalnızca finalistlerin gözü değil;
Türk sinemasının yeniden alev alması için dokunuşlar yapılıyordu..
Kimileri fark etti, kimileri yalnızca takip etti…
Ama ben o sahnede isim seçmedim; Türk sinemasının gelecek oyuncularını, perdelerin yeni yüzlerini izledim.
Bir bakışın titreyişi, duygu yükünün ağırlığı, bazen de sadece dimdik durmaları yeterliydi.
Yeşilçam'ın kokusunu taşıyan o replikler, modern dünyanın özgürlüğüyle yeniden nefes aldı.
1970'lerin büyüsünü, siyah beyaz bir anı değil; bugün kalbimize işleyen bir duyguydu.
Çünkü o yıllar bize Türkan Şoray'ın gözü, Kadir İnanır'ın omuzlarını, Fatma Girik'in mertliğini bıraktı.
Bizim kuşağımız o oyuncularla büyüdü…
Şimdi biz, yeni bir kuşağı büyütmek için salonun ışıklarını yaktık.
Ve işte ben de o jüri masasındayım.
Jüri koltuğunda değil sadece; bir sanat emanetinin nöbet yerinde oturuyordum.
Genç Bir Oyuncunun Gözündeki Parıltı, Yılların Tecrübesinden Daha Gür Konuşur…
Sahneye çıkan gençlerde aynı duyguyu hissettim:
Titreyen bir ses ama içinde fırtına taşıyan bir kalp.
Nefesler tutuluyor, bir anda salon yükseliyordu.
Sinemaya adım atmak işte tam böyle bir heyecan:
İnsan önce kendini seçer, sonra kendine bir karakter olarak geri döner.
O gece Cahide, Türk sinemasının yeniden görünmesine ve sahneye imza atmasına neden oldu.
Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü olanlar…
Diğer finalistler kaybeden değil; hikâyeleri biraz daha geç parlayacak isimlerdir.
Çünkü Yeşilçam bana bir şeyi çok iyi öğretti:
Bazı yıldızlar hemen parlamaz, ama parlayanlar da hiç sönmez.
Sinema Güzeli 2025 bir taçtan ibaret değildi.
Perdenin gölgesinde açılan bir set kapısıydı…
Bir jönün gösterisi, bir aktrisin ilk nefesiydi sahnenin loşluğunda.
Kim bilir? Belki yıllar sonra Türk sineması bu isimlerle anılacak;
belki de bir sahne, bir replik tüm hayatlarını değiştirecek.
Bunu bilmenin heyecanı benim için kelimelerden büyüktü.
Bir jüri üyesi değil, yıllarını bu alana vermiş biri olarak kalbim hep şunu söyledi:
Ben ve diğer jüri dostlarım yalnızca isim seçmedik; bir yol verdik, ilerlemelerine kapı açtık.
Ve bu sorumluluğun ağırlığı, benim için hayatımın en büyük gurur anlarından biriydi.
Asil Çağıl, final gecesinin ruhunu adeta sahnenin üzerine işledi.
Her adım, her dönüş, her duruş onun koreografisindeki estetiğin ve ustalığın iziydi.
Sahnede sadece bedenler değil, sinemanın yıllar boyu biriktirdiği duygu da akıyordu.
Bu yüzden o koreografi yalnızca bir gösteri değil; Yeşilçam’a bir saygı duruşuydu.
Ve mikrofonu eline aldığında Gökay Kalaycıoğlu…
Gecenin ritmini, temposunu ve büyüsünü söze dönüştürdü.
Sesi sahneyi taşımadı, sahnenin kalbini büyüttü.
Ne eksik ne fazla tam yerinde dokunan, müthiş bir sunumdu.
Solaker Projesi’nin imzasını taşıyan bu özel gecede
başta gazeteci dostum Hakan Solaker olmak üzere,
bu organizasyona ruh veren, sahnenin tozunu, emeğin ağırlığını,
ışığın altında görünmeyen alın terini taşıyan herkesi kutluyorum.
Hakan sadece bir projeye değil, bir hayale omuz verdi.
Yıllarca sinemanın haberini yazan bir kalemdi;
şimdi ise o kalemle sinemanın geleceğine yön veren bir imza bırakıyor.
Masaya vizyon koydu, heyecan kattı, inandı ve inandırdı.
Bu gece güzelse, yalnızca ışıklardan değil;
Hakan’ın hayal etmeyi hiç bırakmayan tarafındandır.
Ben bir jüri üyesi olarak değil, bir meslektaş ve bir dost olarak söylüyorum:
Yeşilçam’a yeniden soluk kazandıran her yüreğin içinde, Hakan’ın dokunuşu var.
Türk Sineması Devam Ediyor…
Bitmedi, bitmeyecek.
Çünkü sahneye her yeni yüz çıktığında, Yeşilçam yeniden doğuyor.
Ve biz...
O gece salonda oturanlar...
Yalnızca izlemiyorduk; tanıklık ediyorduk.
Belki de tarihin bir cümlesini biz de yazdık.
Perde açıldı.
Şimdi gerisi gençlerin.
Burhan AKDAĞ

























Yorum Yazın