Bugün 3 Aralık…
Dünya Engelliler Günü…
Ama ben yıllardır şunu bilirim:
Engelli olmak bir günün değil, bir ömrün konusudur.
Ve aslında hepimiz, sadece kaderin sessiz bir dokunuşuyla, bir saniyede “engelli adayı” olabiliriz.
Bu yüzden mesele bir güne değil, bir anlayışa, bir vicdana, bir sevgiye dayanır.
Engelleri kaldıran şey; yasa, bağış, kampanya değil…
Sevginin kendisidir.
Ama ne yazık ki sevgiyi en çok unuttuğumuz bir toplum olduk.
Babamın 50 Yıllık Sessiz Kahramanlığı
Ben engelli kelimesinin anlamını kitaplardan değil, evimizin koridorlarından öğrendim.
Babam Hüseyin Akdağ…
Tam 50 yıl boyunca işitme engelli öğrencileri hayata hazırlayan, onların duyulmayan sesini duyan, onların görünmeyen çabasını gören bir öğretmendi.
O öğrencilerin her biri, babam için birer başarı hikâyesiydi.
Ellerle konuşan, gözlerle gülen bir dünyanın kapılarını bana o açtı.
Ben de hayatımın büyük bölümünü işitme engelli öğrencilerle birlikte geçirdim.
İşaret dilini bilirim, parmak alfabesini bilirim…
Hatta çoğu insanın fark edemediği dudak hareketlerinden bile cümleleri okuyabilirim…
Bu yüzden Engelsiz Yaşam Vakfı’nın kurucu üyesi olmak benim için bir unvan değil, bir vicdan borcudur.
Büyükdere’de Bir Gün…
Ve Tek Ayakla Hayata Tutunan Bir Martı
Yıllar önce Büyükdere Caddesi üzerinde yürürken bir tabelenin üstünde durmaya çalışan bir martı gördüm.
Bir ayağı yoktu.
Rüzgâr sertti.
Soğuk çarpıyordu.
Ama martı, sanki dünyaya meydan okurcasına tek ayağıyla dimdik duruyordu.
Dengesini sağlamak için sol kanadını hafifçe açık tutmuştu.
Hayata karşı verdiği o mücadele, benim içimde bir yerleri titretti.
Sonra benzeri martıları defalarca gördüm.
Merak ettim, araştırdım.
Ve acı bir gerçeği öğrendim:
Balıkçı ağlarına takıldıklarında kurtulabilmek için kendi ayaklarını koparmak zorunda kalıyorlardı.
Hayatta kalmak için kendi bedeninden vazgeçen bir martı…
Söyleyecek çok şey vardı ama kelimeler yetmiyordu.
Ve o an, fotoğrafın üzerine şu cümleleri yazdım:
Engelli olmak umudu çok olmaktır.
Umudu olan hayata güzel bakandır.
Engelli olmak yaşamla el ele koşmaktır.
Bu engelli bir martı bile olsa…
Bir Martının Kanadında Saklı Ders
O martı bana şunu öğretti:
Engelli olmak bir eksiklik değil, bir direniş biçimidir.
Hayata rağmen değil, hayatla birlikte yürümektir.
Bazen bir bacağı eksiktir insanın, bazen işi, bazen sevgisi, bazen hayalleri…
Ama asıl engel; kalpteki sevgisizlik, zihindeki önyargı, toplumun körlüğüdür.
Biz toplum olarak engelleri kaldırmak yerine bazen engelleri büyütüyoruz.
Bir tebessümün gücünü unutuyoruz.
Bir omuz vermenin değerini unutuyoruz.
Oysa insanı insan yapan şey; gördüğü değil, gördüğünü nasıl anlamlandırdığıdır.
Sevgi Varken Engel Yoktur
Bu ülkenin tek ihtiyacı olan şey çok büyük bir siyaset, bir reform, bir yasa değildir.
Bu ülkenin ihtiyacı SEVGİ dir.
Gerçekten sevebilsek zaten:
Kapılar açılır, yollar açılır, kalpler açılır.
Ve bütün engeller kendiliğinden kalkar.
Bugün Dünya Engelliler Günü…
Ama aslında bugün bir hatırlatma:
Engelleri kaldırmak bir günün görevi değildir.
Bir insanlık görevidir.
Ve insan olmak için tek şart; görmeyeni görmek, duymayanı duymak, yürüyemeyene yol olmaktır.
İşte o martı…
Tek ayağıyla bile gökyüzünden vazgeçmeyen o martı…
Belki de bize şunu fısıldıyordu:
“Engelli olmak hayattan vazgeçmek değildir. Bir kanadın varsa, umut hep vardır.”
Burhan AKDAĞ

























Yorum Yazın