Eskiden magazin haberciliği bambaşka bir dünyaydı… O dönemlerde bir gazete sayfasında ya da bir derginin renkli kapağında yer almak öyle kolay değildi. Şöhret, herkesin elini uzattığında dokunabildiği bir şey değildi. Herkesin kendi kendine ünlülük ilan edebildiği mecralar yoktu. Görünür olmak gerçekten emek, çaba ve çoğu zaman da bir yetenek ya da dikkat çeken bir hikâye gerektirirdi. Bu nedenle gazetelerde ve dergilerde yer almak, bir anlamda şöhretin en önemli kapısını aralamak, hayallerin gerçeğe dönüşme ihtimalini artırmak demekti. O sayfalarda çıkan birkaç satır bile, bir kişinin kariyer yönünü değiştirebilir, hayallerini büyütebilirdi.
Birçok ünlü ismin çıktığı, yıldızların ilk parıltılarını gösterdiği Unkapanı Plakçılar Çarşısı’na gittiğimizde etrafımızı sanatçı adayları sarardı. Kimisi elinde özenle çektirdiği fotoğraflarla gelir, kimisi en iyi kıyafetini giymiş, sanki o an keşfedilmeye hazır bir halde beklerdi. Bazıları sesini duyurmak ister, bazıları yüzünü göstermek… ‘Bir haberim çıksa yeter…’ diyen o heyecanlı sesleri çok duyardık. Çünkü o yıllarda gazeteye düşen küçücük bir haber bile bir kariyeri bambaşka bir noktaya taşıyabilirdi. Bu yüzden sanatçı adayları adeta birbirleriyle yarışır, hepsi ismini duyurabilmek için bir yol arardı. Kimisi bir muhabirin gözüne çarpmak için uğraşır, kimisi bir editörün dikkatini çekebilmek için haftalarca fırsat kovalar, kimisi ise tek bir kare fotoğrafı için saatlerce beklemeyi göze alırdı.
Özellikle mankenler, oryantaller, oyuncular ve modeller için basında görünmek dev bir adımdı. Bugünkü gibi herkesin kendi hesabında istediği gibi vitrin oluşturma imkânı yoktu. Onların vitrini sosyal medya değil, gerçek sayfalardı. Ünlü olmanın yolu, bir gazetenin pazar ekinde yer almaktan, bir derginin arka kapağında poz vermekten, prestijli bir röportajın içinde kendinden bir parça bırakmaktan geçerdi. O sayfalarda çıkan bir fotoğraf ya da haber, kişiyi sektörde görünür kılar; yapımcıların, organizatörlerin, menajerlerin hatta reklamcıların radarına sokardı. Basılı bir sayfada yer almak, günümüzdeki milyon takipçili hesaplardan bile daha değerli, daha etkili bir referanstı.
Şimdi ise her şey bambaşka… Sosyal medya denen sınırsız bir evren var. Orada herkes manken, herkes sanatçı, herkes fenomen… Bir filtre, bir iki poz, birkaç saniyelik bir video ile anında binlerce kişiye ulaşılabiliyor. Şöhret, parmakların ucunda; zahmetsiz, çabasız ve çoğu zaman kalıcılığı olmayan bir biçimde… Eskinin o emekle yoğrulan, adım adım inşa edilen kariyer basamakları yerini hızlı tüketilen, çabuk unutulan bir popülerliğe bıraktı. Artık bir kişinin tanınması için bir habere çıkmasına gerek yok. Kendi telefonunun kamerası bile ona bir sahne sunabiliyor.
O günleri hatırlayınca insan ister istemez bir özlem duyuyor. Çünkü o zamanlarda şöhretin bir değeri vardı; karşılığında verilen emeğin, çekilen çilenin, beklenen zamanın bir ağırlığı olurdu. Magazin haberciliği hem takip edenler için heyecanlı bir serüvendi hem de o dünyaya adım atmak isteyenler için gerçek bir prestij alanıydı. Bir derginin kapağına çıkmak, bir gazetenin köşesinde adının geçmesi, kişinin hayatındaki en unutulmaz anlardan biri sayılırdı. Şimdi ise herkesin ekranında kendi sahnesi, kendi gazetesi var. Ne var ki bu kolaylık, eski zamanların o büyüsünü, o cazibesini, o hak edilmişlik hissini de beraberinde götürdü.
Zamanla dönemin çok trajlı, kapışılan, her hafta sabırsızlıkla beklenen magazin gazeteleri ve dergileri dijital dünyanın hızlı akışına yenik düştü. Bir zamanlar kapısında kuyruklar oluşan o binalar, ışığı sönmüş stüdyolar, flaşların patladığı o odalar yavaş yavaş boşaldı ve birçok yayın, kapılarına kara kilidi vurmak zorunda kaldı. Böylece sadece bir sektör değil, bir kültür, bir dönem, bir ruh da geride kaldı.
Eski magazin dünyasını hatırlayanlar için bugün hâlâ o sayfaların kokusu, o manşetlerin heyecanı, o yılların masumiyeti ve samimiyeti akıllardan çıkmıyor. Çünkü bazı dönemler sadece yaşanır; anlatıldığı zaman bile insana hüzünlü bir tebessüm bırakır.
Habib BABAR

























Yorum Yazın