Onu yazmaya nereden başlayayım diye inanın tam iki gün düşündüm, öyle popüler, öyle ilginç biriydi ki, eserleriyle Pablo Picasso’yu bile kendisine hayran bırakmıştı.
Fikret Mualla'nın trajik ve ilginç hayatına geçmeden önce bilmeniz gereken bir konu var. Onun resimleri herkese göre değildir, bakış açısına göre değişir, kimilerine göre basit suluboya resimler, kimilerine göre sanat harikası.
Fikret Mualla'nın eserlerindeki objelerin, nesnelerin değil, resmin kendisinin renkleri vardır. Bu anlayışın ilk öncülerinden biri olan büyük usta, izleyiciye nesne ya da obje değil, rengin kendisini göstermek istemiştir, kullanılan nesneler ise yalnızca onun minik oyuncaklarından ibarettir.
Fikret Mualla 1903 yılında Mehmet Ekrem Bey ile Emine Nevber Hanım'ın oğlu olarak İstanbul Kadıköy Moda’da dünyaya geldi, Kadıköy ve Bahariye'de mutlu bir çocukluk geçirdi.
Önce Saint Joseph ve ardından Galatasaray liselerinde eğitim gördü, amcası futbolcu Hikmet Topuzer’in de etkisiyle futbol oynamaya başladı. 12 yaşında yatılı olarak okuduğu Galatasaray Lisesi’nde futbol oynarken sağ ayağını kırıp sakat kaldığında büyük bir travma geçirmişti, talihsizlikler Fikret Mualla’nın peşini bırakmamıştı kazadan kısa bir süre sonra çok yaygın olan İspanyol gribi tüm okulu sarmış ve ona da bulaşmıştı, ondan da annesi Emine Nevber Hanım’a bulaşan bu hastalık maalesef annesinin ölümüne neden olmuştu.
Fikret Mualla annesine çok düşkündü ve onun ölümünden kendini sorumlu tuttu. Yaşadığı travmalar sonucu gergin ve uyumsuz bir insan haline geldi ve babasının tekrar evlenmesi üzerine daha da içine kapandı. Bu evliliği ve üvey annesini hiçbir zaman asla kabul edememişti. Ailedeki huzursuzluk üzerine Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra mühendislik eğitimi almak için İsviçre’ye gönderildi.
İşte bu onun o sırada farkında olmasa da sanat dünyasına atacağı ilk adımı oldu. İsviçre’deyken resim yapmanın onun için mühendislikten daha ilgi çekici olduğunu fark edince dönemin konsolosu Rıza beyin desteğiyle resim eğitimi almak üzere Almanya’ya gitti. 1923'te Berlin Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki sınıf arkadaşı ressam Hale Asaf ile Arthur Kampf'tan dersler aldı.
Almanya’da sanat eğitimi aldığı sırada babası mali olarak sıkıntı günler geçiriyordu, Fikret Mualla bu yüzden beş parasızdı henüz 25 yaşındayken, bu süreçte ilk defa alkol bağımlılığı yüzünden hastanede yattı.
Daha fazla maddi sıkıntılara dayanamadı ve İstanbul’a döndü. Balıkesir’in Ayvalık ilçesinde bir süre resim öğretmenliği yaptıktan sonra daha fazla oralarda kalmak istemedi, İstanbul'a tekrar geri geldi…
İstanbul’a döndükten sonra, Beyoğlu’nda ki meyhanelerin müdavimlerinden olmaya başlayan Fikret Mualla, bir gün kafası hafif dumanlı halde içerken, gözü meyhanenin duvarına asılı bir Atatürk tablosuna takıldı, yerinden doğrulup eseri incelemeye başladı, tablonun altında ki imzayı görünce şok geçirdi. O imza Almanya’da eğitim gördüğü sırada şiddetli bir tartışmaya girdiği hocasının imzasıydı, bir anda gördüğü imzaya sinirlenen Fikret Mualla zamanında kavga ettiği hocasına sövüp saymaya başladı.
Ancak olaya dışarıdan bakıldığında orada bulunanlar tarafından çok sevdiği Gazi Paşa'ya sövdüğü sanıldı, meyhanenin mutfağında çalışan aşçı da durumu bu şekilde algıladı, üstelik bu aşçı Atatürk'ün aşçısının oğluydu. Bir anda ne olduğu anlaşılmadan büyük bir kavga patladı, Fikret Mualla derdini anlatamadan bu saldırıda epey hırpalandı, meyhaneye gelen polisler tarafından karakolda götürüldü, gözaltında geçirdiği üç gün boyunca işkence gördü.
Abidin Dino ve diğer sanatçı arkadaşlarının araya girmesiyle karakoldan çıkarılan ve Akıl Hastanesindeki (Bakırköy Prof.Dr.Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi) meşhur 21. Koğuşta bir ay yatan Fikret Mualla’nın , koğuş arkadaşı (Neyzen ve Şair) Neyzen Tevfik'ti.. Hastanenin başhekimi ise Prof.Dr.Mazhar Osman’dı.
Doğrumudur bilemem ama başka bir söylentiye göre de bu kavga konusu o zamanlar Atatürk'e yanlış aktarılmıştı. Atatürk'e defalarca mektup yazan Fikret Mualla'ya yanıt gelmedi, çünkü mektupları Gazi Paşa'ya hiç ulaşmamıştı.
Yıllar birbirini kovalar 1938 yılında babası vefat edince, Türkiye’yi bırakıp Fransa’ya yerleşir, ilk yıllar bolluk içinde yaşayan Fikret Mualla İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi ile birlikte maddi durumu bozulur, resimlerini o kadar ucuz fiyatlardan satmaya başlar ki, kendi kara borsasını kendisi yaratmıştır. Bu kötü döneminde çeşitli sanat severlerin yardımı ile hayatta kalmaya çalışmaktadır, bundan dolayı eserlerini galerilerde sergilemekte sıkıntı çeker. Zaten işbilir alıcılar galeride fazla para vermektense, bir Fikret Mualla resmine 5-10 Türk Lirası gibi çok ucuz fiyatlardan rahatlıkla sahip olabiliyorlardı, Fikret Mualla ise çoğu zaman tek öğün yiyebiliyor, yardım severlerin eski kıyafetlerini giyiyor bir şişe şarap verene bir resim hediye ediyordu.
Fikret Mualla’nın hayatı inişler ve çıkışlarla doluydu, fakat yanlış zamanda doğru kişi ile tanışır, Diana Vierny, Fikret Mualla'ya bir ev, yanına da bir yardımcı verir. Tek istediği Fikret Mualla'nın kendisine ayda bir resim yapmasıdır. Bulunduğu sokaktaki tüm alkol dükkanlarını sıkı sıkıya tembihler; asla Fikret Mualla'ya alkol satılmayacaktır, ardından çalışmalarının büyük bir kısmını galerisinde sergiler, eserleri öylesine büyük ilgi görür ki tamamı satılır.
Bir sergisinin açılışında Picasso'da davetliler arasındadır, sergi açılışına gelen Picasso, Fikret Mualla'nın eserlerinden çok etkilenir, bir kaç resmini satın alır, yetinmez onu Fransa’daki atölyesine de davet eder. Kendisi de bir eserini Fikret Mualla'ya hediye etmek istemektedir...
Picasso'nun davetini geri çevirmeyen Mualla, Paris'teki atölyesine gider beraber oturup sanat hakkında sohbet ederler. Picasso son yaptığı çalışmalarının dizili olduğu duvarı işaret ederek istediği bir resmi almasını ister. Fikret orta boylarda bir Picasso resmini seçer koltuğunun altına sıkıştırır ve oradan ayrılır, evine doğru giderken yolda eski bir arkadaşı ile karşılaşır, arkadaşı yeni yeni koleksiyoner olmaktadır Fikret'in koltuğunun altındaki Picasso'yu fark eder ve şu teklifi yapar;
-Sana şahane bir akşam yemeği hazırlarım, 15 günde bende kalırsın, üstelik Türk rakısıda bulurum, tek istediğim o tabloyu bana ver.
Fikret Mualla hiç düşünmeden arkadaşının teklifini kabul eder ve anında resmi ona verir. O olaydan sonra öyle utanır ki, Picasso’nun ısrarlı davetlerine rağmen bir daha da atölyesine gitmez.
Diana Verny'nin himayesinden çoktan ayrılmış, kendisine yardım etmek için uğraşan çok kişiyi aynı tabloyu satarak tabiri caizse dolandırmaya kalkmış sonunda beş parasız kalmıştır.
Talihsizliklerin peşini bırakmadığı ünlü ressam 1962'de felç geçirmesi sonunun başlangıcı olmuştur. Gençliğinden gelen polis korkusundan, alkol krizlerinden, travmatik ve huzursuz bir ömür geçirmiştir.
Ancak bu arada eserleri hayran kazanmaya devam ediyordu; eserlerinin hayranı olan Madam Farnande Agnes onu himayesi altına almaya karar verdi. Alkol bulamayacağı bir yere, yani Reillanne'deki çiftliğine gönderdi, yanına ona yardımcı olacak bir bakıcı tuttu, ancak Fikret bunalımdaydı, çok geçmeden bakıcısından kurtulup, kaldığı çiftliği terketti. Bu çiftlikteki macerası kısa sürmüştü, 1967 yılının Mayıs ayında Fransa’da yaşama veda ettiğinde yanında hiçkimse yoktu.
Fransa da bulunan “Kimsesizler Mezarlığı’na gömüldü, cenazesi yıllar sonra Türkiye'ye getirilerek, Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.
Ve işte renklere hayat veren ustanın da yokluklar içerisinde geçen acı yaşamı maalesef talihsiz bir şekilde sona erdi.
Bu günlükte bu kadar , başka bir yazımda buluşmak üzere
Hoşçakalın, Hoş kalın.
ESRA SONGÜLER
HABER CADDESİ EDİTÖRÜ


























Yorum Yazın