Yolun olmadığı bir köyü düşünelim. İnsanlar başka bir köye, kasabaya, şehre gitmek için yürümek zorundalar. Ya da o zamanlar yük taşıma aracı olarak kullandıkları at, katır, eşek gibi hayvanlarıyla ihtiyaçlarını gideriyorlardı. Eğer bu imkanları da yoksa işleri son derece zordu. Elektriğin de olmadığı zamanlar yine insanların işleri zordu.. Ev aydınlanmasında kara lamba kullanılırdı genelde. Bunun için gazyağı önemli idi. Şöyle anlatırsak elektrik ve yolun olmadığı bir köyde en önemli ihtiyaçlardan biriydi gazyağı.
Elektrik, yolun olmadığı zamanlar organikliğin tavan yaptığı zamanlardı. İnsan ilişkileri farklıydı. Dayanışma farklıydı. Komşuluk ilişkileri farklıydı. Toprak farklıydı. Yiyecekler farklıydı. Organiklik sadece doğal yaşamda değil insanların duygularına, düşüncelerine de hakimdi.
Mesela elektrik yok, yol yok. İnsanların beslenmeleri de organik. Genelde tarım ve hayvan ürünleriyle beslenmek zorunlu gibiydi. Doğa bu konuda oldukça cömertti. Ürünlerini insanlardan esirgemiyordu o zamanlar. Et, süt, peynir gibi ihtiyaçlarını da besledikleri hayvanlardan karşılıyorlardı.
Sağlığı ele alırsak işleri zordu tabi. Tıbbin günümüzdeki gibi gelişmiş olmadığı zamanlar. Hastane ve doktor ihtiyaçları için şehir merkezine gitmeleri gerekirdi. Bunu gerçekleştirmek çoğu zaman zor olurdu.
Örneğin çocukluk dönemlerinde köyde yaşayanlar olarak diş fırçası kullanmak gibi bir alışkanlığımız yoktu. Üstelik dişlerimizi hoyratça kullanıyorduk. Ramazan gecelerinde camilerde dağıtılan şekerleri büyük iştahla tüketirdik. Fındığı dişle kır. Cevizi dişle kır. Netice itibarıyla dişlerin yükü çok ağırdı. Bir dişim ileri derecede ağrı yapıyor inanılmaz rahatsız ediyordu. Evdeki herkes bu duruma üzülüyordu. Babam, yarın Hasan Ağa’ya gidelim dişini çeksin dedi. Gittik. Hasan Ağa’nın elinde bir tane kelpeten. Ben çok heyecanlıyım. Uyuşturma yok, herhangi bir tıbbi önlem yok. Kelpetenle dişime asılıyor. Asılıyor, asılıyor diş yerinden oynamıyor ve inanılmaz bir acı çekiyorum. Birkaç denemeden sonra dişi söküp aldı. Bu olay yaşamımda unutulmaz bir anı olarak yerini aldı.
Zaman ilerlerken insanın koşuşturmaları bitmiyor. Bir bakıyorsunuz insan aç gözlülükten vazgeçmiyor. Bir bakıyorsunuz insanlar birbirinin yolunu kesme hırsına bürünmüş. İftiralar, birbirini çimdiklemeler diz boyu. Derler ya “Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez.”
Thomas Hobbes'un siyaset felsefesinden bahsederken şunu söylüyordu: “Homo homini lupus”. Bu ne demek “İnsan insanın kurdudur. Yorumcular bu sözü, doğa durumundaki insanın halet-i ruhiyesini ve insanın doğasını betimlemek için kullandığını ileri sürmüştür. Hobbes bu sözle kendi çıkarlarımızı elde edebilmek için birbirimizi, diğer insanları nasıl yok edebileceğimizi, nasıl yok ettiğimizi anlatır.
Aslında karmaşık gibi görünen bir yazı gibi duruyor ama tamamen rasyonel düşüncelerden oluşuyor. İnsan ve insanın önemini anlatmaya çalışıyoruz. Hiç şüphesiz gelecekte daha güncel konuları ele alacağız. Her şey yeryüzünde yaşayan insanlar için.
Hoşçakalın.
MUSTAFA ÇOLAKOĞLU
GAZETECİ - YAZAR
Yorum Yazın