Sevdiğiniz, güvendiğiniz, kalbinizi teslim ettiğiniz birinin size yalan söylediğini öğrendiğinizde... En yakınınızda sandığınız insanın sadakatsizliğini fark ettiğinizde… Bir yerde, derinlerde bir şeylerin paramparça olduğunu hissettiğinizde… İşte tam da o an, duygularınızın acımasızca tecavüze uğradığını fark ediyorsunuz. Bu, insanın içini kemiren, ruhunu delip geçen bir yara. Öyle bir yara ki izi ne bedeninizde görünür ne de gözle fark edilir, ama kalbinizin en derinlerine kazınır.
Ben, özellikle son bir yıldır bu tecavüzü her zerremde hissettim. Önce konduramadım, kendimi kandırmaya çalıştım. ‘Hayır, o böyle bir şey yapmaz’, ‘Bu sadece bir yanlış anlaşılma’ dedim defalarca. Ama gerçekler inatçıydı, gözlerimi açmam için sabırla beklediler. Sonra belgeler bir bir önüme düştüğünde, inkâr edecek tek bir yolum bile kalmadı. O an anladım; ben duygularına tecavüz edilmiş bir insandım. Hem de en güvendiğim insan tarafından…
Ancak bu tecavüz yalnızca eşimin bana yalan söylemesiyle sınırlı değildi. En çok acıtan, en derin yarayı açan şey, onun anne babasının, kardeşlerinin ve çocuklarının da bu yalana ortak olmalarıydı. Kendi ailesine anlattığı yalanlar bir bir kulağıma geldikçe, içimdeki yara daha da büyüdü. İnsan, sevdiği birinin ihanetine uğradığında bile kendini toparlayabilir, ama bir ailenin hep birlikte ona sırt çevirdiğini fark ettiğinde... İşte o zaman her şey daha da yıkıcı oluyor. Güvendiğim insanların sadece bir kişinin değil, bir bütün olarak bana karşı yalanlarla ördükleri duvarın arkasına saklandıklarını görmek, tarifsiz bir acıydı.
Bu kitabı yazmaya iten en büyük sebep ise, boşanma sürecinde Emrah Aras diye birinden aldığım bir telefon oldu. O telefonla birlikte her şey netleşti. Birkaç gün sonra Elindeki fotoğraf ve videoları Bir milyon liraya bana verebileceğini avukatlarıma belirtmişti. Öyle ki, yaşadıklarımın boyutunu bile kavrayamaz hale geldim. İçimdeki acının tarifi yoktu. O an düşündüm; eğer biraz daha cahil biri olsaydım, belki de bugün gazete manşetlerinde ya da haber kanallarında ilk sırada yer alacak bir hikâyeye dönüşebilirdim. Ama ne gerek vardı? Her koyun kendi bacağından asılır, değil mi? Ben de yaşadıklarımı kaleme almayı seçtim. Belki birileri bu satırları okurken gözlerini açar, belki onlar benim düştüğüm yere düşmekten kurtulurlar. Belki birileri duygularına yapılan bu acımasız saldırıyı fark eder ve daha güçlü olmayı öğrenir.
Ben daha önce de benzer olaylar yaşadım. O zamanlar ‘Koynumdaki Yılan’ adlı bir kitap yazmıştım. Ama fark şu ki, o dönemde hiç duygularımın böylesine tecavüze uğradığını hissetmemiştim. Birçok sıkıntı vardı ama bu kadar acımasız bir yıkım yoktu. Şimdi anlıyorum ki, en büyük ihanet, en büyük yalan, insanın yalnızca sevdiğinden değil, onun çevresinden, onun ailesinden, onun inşa ettiği tüm sahte dünyadan gelebiliyormuş.
Çünkü bilinmesi gereken bir şey var; duygulara yapılan tecavüz, ilişkideki güveni paramparça eder. Ve güven… Güven ruh gibidir. Bir kez bedenden çıkınca, asla geri dönmez.
İşte bu kitap, o yitip giden ruhun, kaybolan güvenin ve en önemlisi de geride kalan bir insanın, yeniden ayağa kalkışının hikâyesidir…
Burhan AKDAĞ
Yorum Yazın