İstanbul ……
Yahya Kemal Beyatlı’nın Kanlıca’da ki Mihribat Korusu’nda yazdığı “ Bir Başka Tepeden” şiirini unutmak mümkün mü…
“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer”
Benimde doğduğum, büyüdüğüm kentim İstanbul:
Sadece benzersiz tarihi ve doğal güzelliklere sahip bir şehir değil, sembol insanları ile de akıllara kazınan bir kültür kenti.
İşte bu şehrin sembol isimlerden biri de eğlence ve neşesini, akordeonu ile katlayarak çoğaltan Madam Anahit.
Bizlerin bildiği adıyla Madam Anahit, ya da tam adıyla “Anahit Yulanda Varan”
Gecelerin renklendirdiği Beyoğlu Çiçek Pasajı’na girince, yakasındaki gülle, dudaklarına taşırarak bolca sürdüğü kırmızı rujuyla, kocaman gözlükleriyle, tizlerde kısalıveren o buruk sesiyle, tiril tiril elbiseleriyle en çok da akordeonuyla şehrin unutulmaz simgesiydi.
İstanbul halkı tarafından uzun yıllar “Akordeoncu Kadın” olarak tanındı.
1926’da İstanbul’da Ermeni bir ailenin çocuğu olarak doğan Anahit Yulanda, 29 Ağustos 2003’te hayata gözlerini yumana dek Beyoğlu’nda, özellikle Çiçek Pasajı’nda Hohner marka akordeonuyla dolaşarak eski İstanbul tangoları, Rum kasap havaları ve Ermeni taverna şarkıları çalarak yaşamını sürdürdü. 40 yıl süreyle Çiçek Pasajı’nın vazgeçilmezlerinden biri olan Madam Anahit son yıllarında Nevizade Sokak’ta da çaldı.
Dile kolay, kırk yıl… Şehirlerin incisi İstanbul’un gözbebeğinde, Beyoğlu Çiçek Pasajın’da bir nağme göğe yükselirdi “Yıldızların Altında” O, kimi zaman neşeli kimi zaman hüzünlü melodi, Madam Anahit’in akordiyonundan geliyordu.
Genelde önce sorar sonra yine ben cevap veririm de, bu yazımda bir değişiklik yapayım diye düşündüm. Madam Anahit’in hayat öyküsünü benimde kütüphanemde bulunan Cezmi Ersöz’ün 1990 yılında çıkarttığı “Son Yüzler” adlı kitabından alıntı yaparak, Madam Anahit’in kendi ağzından dinleyelim.
“ Ben Madam Anahit olarak tanınırım ama asıl adım, Anahit Yulanda Varan (Anahit Kuyrig). Talimhane’de eski Niagora Manavı’nın karşısındaki evde doğdum. Ermeni cemaatinin tanınan soylu ve varlıklı bir ailesinin mensubuyum. Ailem yazları, Heybeliada’da geçirirmiş. Boğaz’da yalıları varmış. Annemin babası hazine-i hazıra da müfettişmiş, ağabeyi Vosge Apeğa da öyle vaazlar verirmiş ki kiliseden çıt çıkmaz, söyledikleri günlerce konuşulurmuş evlerde, 1953 yılında alkolden vefat etmiş.
İlk öğrenimimi Anarat Hığutyun Katolik Okulu’nda okudum. Şimdi burası Taksim Sanat Evi oldu. Lise eğitimimi Esayan Ermeni Okulu’nda aldım. 16 yaşında lise ikinci sınıftayken, okul korosuna katılarak müziğe başladım. İlk gençlik yıllarım adada geçti, orada Rum bir komşumuz vardı, oğlu çok güzel akordeon çalardı. Mahvederdi beni, özenirdim. Sevgili annem ısrarlarıma dayanamayıp Yüksek Kaldırım’da Papa Yorgi isminde müzik aleti, nota, vs. satan birinden Hohner marka, kullanılmış, beyaz renkli bir akordiyon aldık. Fiyatı 170 liraydı. Ardından doğru Saint Antoine’a, koydum akordeonumu minberin önüne, adağımı yerine getirmiştim; dua ettim.
Papa Yorgi aracılığıyla tanıştığım zamanın ünlü hocası Arto Benon’la derslere başlamıştım. 4 altın bir ders, o zamana göre büyük para. Önce baver-çerçin ve sonra da bir sürü metot üstüne çalıştım. Yetenekliydim, çabuk öğrendim. Benon Bey’den alacağımı almıştım, hoca değiştirdim.
Nora Dırızyan hocam oldu, sonra da ilk kocam. Nora çok değerli bir müzisyendi. Akordiyon, kontrbas, piyano çalardı. Samsun, Ankara gemilerinde çaldı, uzun bir süre. Büyükdere’de Beyaz Park’ta çaldı. 17 sene evli kaldım. Çok sinirliydi, her şeyime karışırdı; yok küpe takma, yok şunu giyme. Baktım olmuyor, boşadım onu. Sonra “Solak Hüseyin” diye bir müzisyen vardı. O da iyiydi, onunla evli kaldım bir süre. Onu da boşadım, tekrar evlendim, yine olmadı. Dördüncü kez yine ilk kocama döndüm. Öldü, çok içerdi. Sonra bir talibim daha oldu. Kim biliyor musunuz? Fahrettin Aslan’ın şoförü. 15 yıldır severmiş beni. Olmadı, kısmet. Güzel olan her şeye âşık olurdum. Sanatçıyım ya…
Platonik aşklar yaşardım. En son Çocuklar Duymasın dizisindeki Tamer Karadağlı’ya aşıktım; çekiciydi…
İlk iki evliliğinden iki oğlum oldu; Onnik ile Berç. Ve iki kız torunum. Çok istememe rağmen ailede müziğe ilgi duyan başka biri çıkmadı.
Parlak kırmızı rujumu sürmeden son günüme kadar asla çıkmadım sokağa. İstanbul tangoları, Rum kasap havaları ve Ermeni taverna şarkıları çalıyordum. Edith Piaf çalıyorum, düşünebiliyor musunuz? La vien rose, Yıldızların Altında’yı çalıyordum. Marlene Dietrich’in oynadığı filmde seslendirdiği Lili Marlen şarkısını akardiyonla çalıyordum. Beyoğlu ve Çiçek Pasajı belgesellerinde çokça yer buldum, Beyoğlu fotoğraflarının simgelerinden biri oldum. İstanbul meyhane kültürü arşivi yapılsa en çok fotoğrafta yer alan kişi unvanı benimdir herhalde. İnsanlar, Çiçek Pasajı ya da Nevizade’de eğlenirken çektirdikleri fotoğrafları albümlerinden çıkartıp bakacak olsa mutlaka beni ve akordeonumu fotoğrafın içindeki bir yerde görebilirler.”
Madam Anahit’in hayat hikayesi o kadar ilginçtir ki, o ki 1988 yılında evi yıkılınca, devlettende parasını alamayınca, ev sahibiyken, kiracı durumuna düşmüştü… onun için fakirlik dönemleri başlamıştı ama onurundan asla taviz vermezdi.
Yine bir röportajında kendisinden bahsederken
“Fakirdim ama asla onurumdan taviz vermedim, (Cebi delik şöhret) derlerdi bana. Çok iş teklifini geri çevirdim. Müşteri seçerdim. Hoşuma gitmedi mi, iyi para verseler de çalmazdım. Kaset çıkarma hayallerim yoktu ama tanınmak hoşuma gidiyordu; kimin gitmez ki? Hep sevildim, gül yaprakları döküldü başımdan aşağı. Hiç unutmam, Beyoğlu’nun önemli günlerinden biriydi. Eski belediye başkanı Aytekin Kotil, çok severdi beni. Kiliselerde aramış, saatler sonra “Üç Horan”da buldu beni. Güzel bir gündü, alkışlar içinde akordeonumla belediye bandosuna eşlik etmiştim. Hayvanları çok severdim. Osmanbey’de bulunan Hayvanları Koruma Derneği`ne üyeydim. Toplantılara katılıyor, aidat ödüyordum. 6-7 Eylül olaylarında, yıllar boyu akordeon çalıp neşe verdiğim insanların nasıl da bir gecede vahşileştiğini, iki kadeh ardından “Büyük Adamların” nasıl da küçüldüklerini görmem, beni çok üzmüştü. Hayat işte… Bunca yıllık gece yaşantım içinde içki hiç yer almadı. Sigarayı ise zaten sevmem, hiç bir kötü alışkanlığım hiç olmadı benim” derdi.
Madam Anahit, bir süre sonra Mide kanserine yakalandı, tedavilere cevap vermedi ve maalesef 29 Ağustos 2003 yılında 77 yaşında iken kalp yetmezliğinden aramızdan ayrıldı….
Yıllar sonra 2016 yılında Sezen Aksu sözleri ve müziği kendisine ait “Düşler Ülkesinin Gelgit Akıllısı” şarkı sözlerinde, Madam Anahit’i şu dizeleriyle anmıştı.
“Üzülme üzülürüm, kıyamam sana
Bilirsin, kötü söz diyemem sana
Ben düşler ülkesinin gelgit akıllısıyım
Ayrılık hakikaten koydu bana
Benim hemen geceye akmam lazım
Bu gece Beyoğlu’nu yıkmam lazım
Anahit’in ruhuna orta yerinde
Pasajın çiçek gibi ah be cancağızım… Sezen Aksu”
Ama birde hayatın gerçekleri vardı, o hayattayken, o insanları eğlendirirken, alkışlar hep onun içindi ona göre sevenleri çoktu o bir markaydı ama öldüğünde İnsanların gerçek yüzü meydana çıktı. Beyoğlu Balık Pazarındaki, Üç Horan Ermeni kilisesinde yapılan cenaze ayinine , sadece 30 kişi katılmıştı… Acı olanda bu işte, kırk yıl hizmet verdiği Çiçek Pasajı, Neviza’de, Balıkpazarı esnafı cenazeye katılmış olsaydı, bırakın 30 kişiyi, en az 300 kişi olurdu… Ama olsun… Baki de demiş ya “Baki kalan boş kubbede hoş seda bırakmak “ diye… Aynen öyle işte… Beyoğlu’nda Çiçek Pasajı'nın önünden geçerken “Madam Anahit’i” hatırlamak bile yeterli…
Işıklarda uyu güzel insan seni unutmayacağız .
Sözde değil, özde sevenlerimizin çok olması dileğiyle hoşçakalın, hoş kalın.
ESRA SONGÜLER
HABER CADDESİ EDİTÖRÜ
Yorum Yazın