Geçen yaz tatil için gittiğim Bodrum’da, Kaleyi, Marinayı ve Barlar Sokağı’nı gezerken her yerde Neyzen Tevfik’in heykelleriyle karşılaşmıştım. Dünya faniydi, işte bu dünyadan bir Neyzen Tevfik’te geçti… 1953 yılında 74 yaşındayken aramızdan ayrılan büyük ney üstadını günümüz gençliğinin çoğu belki de adını bile duymamıştır. Sadece “Ney”i ile değil hicivleri ve hazır cevaplılığı ile tanınan üstadı bu yazı ile bir kez daha anmak istedim.
“Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler;
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler.
Künyeni almak için partiye ettim telefon,
Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!”
Bu dizelerin sahibi olan Neyzen Tevfik deyince çoğumuzun aklına küfürlü taşlamaları ve ney çalışındaki ustalığı gelir.
Bazıları tarafından “Türklerin Diyojen”i olarak adlandırılan Neyzen Tevfik ya da tam adıyla Mehmet Tevfik Kolaylı (24 Mart 1879) Bodrum’da doğmuştur. Babası Hasan Fehmi Bey aslen Samsun’un Bafra ilçesine bağlı Kolay köyündendir. O yüzden Soyadı Kanunu (1934) çıkınca köyünün ismini, soyadı olarak almıştır.
Eskilerin deyimiyle nevi şahsına münhasır bir kişilik olan Tevfik, kimilerinin “Berduş”, kimilerinin “Asi”, kimilerinin ise “Deli” olarak nitelediği bir yaşam sürmüştür.
Ama onun yaşamını anlatan en iyi iki kelime “Çılgın ve Özgür” olurdu.
Neyzen mütevazi ve derbederdi. 1879 yılının 24 Mart Pazartesi günü Bodrum da Emine Hanım ve Hasan Fehmi Bey'in ilk oğlu olarak doğdu. Ahmet Şefik adında bir de kardeşi vardı, ama onu kimse Mehmet Tevfik Kolaylı adıyla kimse bilmez o hep Neyzen Tevfik olarak bilinir.
Ney üflemeye çocuk yaşlarda başladı, Bodrum'daki çocukluk yıllarında babası ile birlikte genellikle, Tepecik Camii'nin yakınındaki kahvede vakit geçirirken, kahveye gelen dervişlerin üflediği, sonradan ustası olacağı Ney dikkatini çekti ve kendi de üflemek istedi. Babası eğitim hayatını olumsuz etkileyeceğini düşünerek erken yaşlarda buna izin vermedi. Çocukluk arkadaşlarından Avram, Neyzen Tevfik'in düdükler yapıp çalarak civardaki çocukları etrafında topladığını ve ilham kaynağının deniz olduğunu anlatırdı. Bir yandan şiire olan ilgisi de çevresinden duyduğu halk hikâyeleri vasıtasıyla erken yaşlarda başlamıştı. Türkçe’nin yanı sıra Arapça ve Farsça’da biliyordu.
1892'de, on üç yaşındayken babasının tayini ile birlikte İzmir Urla’ya taşındı ve bir süre burada okudu. Taşındıktan yaklaşık bir yıl sonra, 1893'te tanıştığı neyzen berber Kâzım'dan ney dersleri almaya başladı ve aynı yıl ilk sara nöbetini de geçirdi. Yedi yaşındayken kent çarşısında Muğlalı Kel Mülâzım Ağa Müfrezesinin yakaladığı eşkiyaların halka gösterdiği sırıkların ucundaki kesik başlarını gören Tevfik'in yaşadığı rahatsızlık, ilk önce olağan dışı bir durgunluk, birkaç yıl sonra da (ilk defa 1893'te olmak üzere) sara nöbetleri halinde kendini gösterdi.
Okulu bırakmasına sebep olan ve ilk önce neyin sesi yüzünden olduğu sanılan hastalığın tedavisi için annesi birçok doktora ve hocaya danıştı fakat sonuç alamadı. En sonunda hastalığı kontrol altına almayı başaran, annesinin götürdüğü İstanbul'da Pepo adlı bir doktor oldu. Doktor “Fazla üzerine gidilmemesi, en çok hoşlandığı şeyleri yapmasına izin verilmesi" gerektiğini söylemişti. Bu sayede hem hastalık bir nebze kontrol altında kalır, hem de bu ona "Neyzen" lakabını kazandıracak olan Ney’e devam etmesini sağlar.
İnişli çıkışlı bir hayatı olan Neyzen Tevfik’in, kısa bir evlilik hayatı da olmuştu, 1910 yılında annesinin ısrarları ile babası ve kardeşinin karşı çıkmasına rağmen Cemile Hanım ile evlendi fakat evlilikleri yürümedi. Sonraki yıllarda kayınbabası, kızı Cemile ve torunu Leman Kolaylı’yı da alıp gitmişti.
Osmanlı döneminde İstibdat yönetimine, Cumhuriyet yıllarında ise Devrimlere karşı çıkanlara hicivleriyle cevap vermiş; haksızlığa, yolsuzluğa ve yozlaşmışlığa karşı şiirler yazmıştır.
Birçok defa tutuklanmış ama kısa süre sonra serbest bırakılmıştır. Yaşamı boyunca sara hastalığı ve yoksullukla mücadele etmiş, 28 Ocak 1953’te İstanbul’da ölmüştür…
O, gerçekten büyük bir sanatçı, makam ve şöhret sahiplerini amansız bir şekilde hicveden derbeder bir deha idi.
“Hayat, çatlak bardaktaki suya benzer
İçsen de tükenir içmesen de
Bu yüzden hayattan tat almaya bak
Çünkü yaşasan da bitecek yaşamasan da.”
Sevmediği tek şey, otoriteydi. O yüzden devlet büyükleri ile arası iyi değildi.
Yine bir gün;
Neyzen Tevfik, iki gözü de görmeyen kör bir tanıdığına rastlar.
Tanıdığı sorar:
“Memleketin durumunu nasıl görüyorsun, Tevfik’ciğim?”
“Karanlık” diyecekken vazgeçer,
“Sizin gördüğünüz gibi” diye cevap verir.
Neyzen Tevfik, zamanının çok büyük bir bölümünü meyhanelerde dostlarıyla birlikte dertleşerek, söyleşerek geçirirdi. “Dostlarım hırsızlar, yankesiciler ve esrarkeşlerdi. Onlarla birlikte efsanevi bir yaşam sürdüm. Bir Padişah, bir Derebeyi gibi yaşadım” diye anlatır.
O’nun içki üzerine bilinen birçok anısı vardır.
Yeşilay’cı Ord.Prof.Dr.Fahrettin Kerim Gökay, “İçkinin Zararları” konulu bir konferans veriyormuş.
Konuşmasının bir yerinde dinleyicilere sormuş:
-İki kovadan birine rakı diğerine su doldurup bunları bir eşeğin önüne koysak, eşek hangisinden içer acaba?
Dinleyiciler hep bir ağızdan :
– Suyu… demişler.
-Neden suyu içer? diye sormuş profesör.
Neyzen hemen atılmış:
-Eşekliğinden !…
Yine aynı konferansta
“Rakının her kadehi, hayatımızı bir saat kısaltır” der.
Dinleyiciler arasında olan Neyzen yerinden fırlayıp bağırır:
“Eyvah, yandık!”
Hayrola, diye sorarlar.
“Hesap ettim, meğer ben öleli tam kırk yıl olmuş!”
Söylendiğine göre Atatürk’e sevgisi o kadar çokmuş ki; onun vefatından sonra günlerce evden çıkmamış.
Neyzen Tevfik, bahanesi ne olursa olsun kendi doğruları çerçevesinde yaşamaktan vazgeçmemiş, hayalini kurduğu
“Başkalarına zarar vermeden, baskısız, zincirsiz, boyunduruksuz özgürlük” arayışının altında bir yaşam tüketmişti
Ömrünün büyük bir bölümünü Bakırköy Akıl Hastanesinde geçirmişti, hatta 21. Koğuş onun evi sayılırdı.
Devrinin en ünlü ruh ve akıl hastalıkları uzmanı olan Profesör Dr. Mazhar Osman bir gün sık sık kendisine tedaviye getirilen hastası Neyzen Tevfik’e sokakta rastlamış.
Mazhar Hoca her seferinde Neyzen’i taburcu ederken kendisine içki içmeyi yasaklarmış.
Neyzen de taburcu olur olmaz soluğu meyhanede alırmış.
Yine yeni taburcu olduğu günlerden birinde Neyzen’i elinde rakı şişesiyle görünce Mazhar Hoca’nın tepesi atmış:
“Ne bu halin? Çabuk dök onu yere Neyzen.”
Neyzen Mazhar Hoca’dan çekiniyor ama kafa iyi olduğu için bu kez aldırmamış:
“Dökemem çünkü şişenin yarısı Çallı İbrahim’in.”
Mazhar Hoca öfkesinden deliye dönmüş, sesini daha da yükselterek bağırmış:
“O zaman senin olan yarısını dök.”
Neyzen yine diretmiş:
“Dökemem Hoca.”
“Neden?”
Neyzen gayet sakin şöyle yanıtlamış:
“Benim payım altta da ondan.”
O nüktedan, hazırcevap, müthiş biriydi.
Yine günlerden bir gün Neyzen Tevfik Bursa da Adliyenin önünde bir köylüye arzuhal (Dilekçe) yazmaktaydı.
O sırada dönemin Sadrazamı Damat Ferid Paşa, Bursa’da çevreyi dolaşmaktaydı. Adliyenin önünden geçerken.
Giydiği gömleğin bir kolu yok, pantolonu yamalı, ayakkabılarını terlik gibi giymiş, yanında yerde duran bir Ney' le birini görünce çok şaşırır, böyle giyimli birinin dilekçe yazabileceğine ihtimal vermez, dilekçenin bitmesini bekler.
Neyzen Tevfik dilekçeyi bitirir, köylüye verir, parasını alır cebine koyar.
Damat Ferid Paşa yanından geçen köylüden dilekçeyi ister.
Dilekçe Bursa Valisine yazılmış olup, çok güzel el yazısı ve üslup kullanılmıştır.
Böyle bir dilekçenin ezberlenmiş olabileceğini düşünür ve ikincisini bekler.
Bu defa dilekçe Sulh Ceza Mahkemesine yazılmaktadır.
Bunda da çok güzel el yazısı ve üslup kullanılmıştır.
Bir sonrakini bekler, bu defa ki dilekçe,
Hariciye Nezaret i (Dışişleri)ne dir.
Damat Ferid Paşa şaşkındır. Böyle giyinen birinin bu tür dilekçeler yazabileceğine bir türlü inanamaz.
Neyzen Tevfik’ in yanına gider; “Gel seni Valiliğe Katip olarak aldırayım."
Neyzen Tevfik düşünür “Peki sonra ?"
Damat Ferid Paşa “Çok yetenekli olursan, Baş Katip olursun."
Neyzen Tevfik yine düşünür ve "Peki sonra?"
Damat Ferid Paşa “Sonra benim yerime Sadrazam olursun"
Neyzen Tevfik “Peki daha sonra ? "
Damat Ferid Paşa sinirlenmiştir "Bu ülkeye Padişah olursun"
Neyzen Tevfik “Peki daha sonra ?”
Damat Ferit Paşa iyice sinirlenmiştir “Sonrası Hiç "
Bunun üzerine Neyzen Tevfik “Ya beyim, ben zaten bir Hiç’im ! Bir Hiç için bu kadar zahmete değer mi ? " der ve sözlerine devam eder.
“Daha niye böbürleniyorsun be adam! Ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: Hiçlik makamında!”
Aslında küfürlü söylemleri hiç sevmem; ama Neyzen Tevfik`in küfürlü taşlamaları, hicivleri ve şiirleri gerçekten öylesine anlamlı, düşündürücü ve etkileyici ki paylaşmadan edemeyeceğim:
"Öleceğiz bir gün, gömecekler
Birkaç gün övecekler,
Sonra kalan malını bölecekler;
Hatta memnun kalmayıp üstüne bir de sövecekler."
28 Ocak 1953'te ölümünün ardından Beşiktaş’taki Sinan Paşa Camiinde cenaze namazı kılındı. Civardaki cadde ve sokakları dolduran profesörler, memurlar ve bazı ileri gelenlerin yanında kendilerine çekidüzen vermeye çalışmış sarhoşlar ve sokak serserilerinden oluşan büyük bir kalabalığın eşliğinde Barbaros Bulvarından geçerek Kartal Merkez Mezarlığı’na defnedildi.
Nurlar içinde uyu güzel insan.
Başka bir yazımda buluşmak üzere
Hoşçakalın, Hoş kalın .
ESRA SONGÜLER
HABERCADDESİ EDİTÖRÜ
Yorum Yazın