Huzurla uyusun rahmetli babam öğretmendi, özel ilgi alanı Edebiyat ve Tarihti, ben ve ablalarım okula başlamadan önce okuma yazmayı evde babamdan öğrenmiştik, iyi bir eğitim verdi bizlere, evimizde Edebiyat, şiir ve Tarih konuşulurdu.
İşte ben bugün burada, yazılarımı kaleme alıp sizlerle paylaşabiliyorsam, bunu da rahmetli babamdan aldığım eğitime borçluyum.
Kendi babamın nezdinde aramızdan ayrılan tüm babaları rahmet ve saygı ile anıyorum.
Pollyanna:
Çok ufaktım, ilk kitaplarımdan biridir diyebilirim size.
Pollyanna iyilik timsaliydi benim için yıllar geçti, büyüdüm ama Pollyanna’yı asla unutmadım.
Sosyal medyada bir gün canım arkadaşım sayfasında şöyle demişti:
“Bir insana iyilik etmekle, sınırsız fedakarlık etmek arasında çok ince bir çizgi vardır.
İyilik; yapana huzur verir, ama fedakarlık yaptığınız kişide yerini bulmuyorsa, sizde hayal kırıklığı yaratabilir”
Doğru bir söz yazmıştı, o arkadaşım da insanlara iyilik yapmayı çok sever, bazen sınırlarını da zorlar, hiç değmeyecek insanlar için sonsuz fedakarlıklar yapar, karşısında ki fedakarlık yapmaya değmeyen bu insanlar, onun iyi niyetini herzaman kötüye kullanırlardı.
Arkadaşım geçte olsa bu insanların niyetini herzaman bir şekilde anlar ama bence anlamakta geç kaldığı için hüsrana uğrardı.
Pollyanna diye başlığı attım, anlatmaya başlıyorum.
Eleanor H. Porter’ın 1913 yılında yazdığı Dünya Çocuk Edebiyatı’nın klasiklerinden biri olduğu kabul edilen kitabının kahramanıdır.
Aynı zamanda bu isim çok iyimser kişilere de takılan bir lakap olmuştur ve hala da kullanılır.
Pollyanna anne ve babası öldükten sonra hayatta kalan tek akrabası sert mizaçlı, teyzesi Polly Harrington’ın yanına gönderilen çocuk yaşta bir kızdı. Teyzesi çok zengindi ama ona soğuk ve sert davranıyordu, evinin çok görkemli ve güzel olmasına rağmen ona bir odayı çok görmüş, eski eşyaların depolandığı çatı katını yaşaması için Pollyanna ya vermişti.
Çatı katı karanlık bir odaydı, ilk gördüğünde üzülmüş ama sonra babası ile birlikte oynadıkları “Mutlu Olma Oyunu” aklına gelmiş ve bu oyunu oynamaya kendi kendine karar vermişti.
Kafasında oluşan her türlü kötüyü iyiye çevirebilecek kadar iyimserdi.
Şöyle ki, odasında ayna olmamasını dert etmemişti, bilakis yüzündeki çilleri görmeyeceğini düşünerek buna sevinmişti.
Yemeğe geç kalınca teyzesinden ceza almış, akşam yemeği olarak sadece ekmek ve süt verilmişti, o yine bu durumdan mutlu olmuş, sütü çok sevdiğini söylemiş ve böylece mutluluk oyununa başlamıştı.
Pollyanna olmak böyle bir şeydi, herseyden mutlu olmaya çalışıyordu.
Günlerden bir gün, Pollyanna’ya araba çarptı, onu muayene eden doktor, bir daha yürüyemeyeceğini söyledi.
Her şeyden mutlu olan küçük kız artık mutsuzdu. Onu mutsuz gören teyzesi yanına gidip mutluluk oyunu oynamak istedi, hep sevinçle bu oyunu oynayan Pollyanna öylesine mutsuzdu ki mutluluk oyunu dahi onu mutlu edemezdi.
Bir süre sonra doktoru Pollyanna’nın tedavi olursa tekrar yürüyebileceğini söyledi, başka bir şehirde tedavisini bitirdikten sonra evine yürüyerek döndü.
Ve iyilik timsali Pollyanna’nın hikayesi böylece sürüp gitti.
Önemli olan bardağa hep dolu tarafından bakmaktır, kaldı ki şu fani dünyada biz neyi paylaşamıyoruz?
Eşimiz, dostumuz, arkadaşımız, yoldaşımız, evladımız.
Bunlardan birinin altından kalkamadığını zannettiğimiz dertlerine ortak olup, bam telimize basılana kadar sabredip, sabrımızın sonuna gelindiğini anladığımızda, emeklerimizin karşılığını göremediysek, insanlara olan güvenimizi kaybedip, üzülmeye başlıyoruz.
Yalan mı?
Yapılması gereken iyilik nedir?
İnsanların hayatına dokunun , onları anlamaya çalışın, dertlerini dinleyin, gerçekten yardım edebileceğinizi düşünüyorsanız o zaman elinizi uzatın.
Başka bir yazımda buluşmak üzere
Hoşçakalın, Hoş kalın.
ESRA SONGÜLER
HABER CADDESİ EDİTÖR


























Yorum Yazın