Merhaba Habercaddesi okurlarım, yazılarıma göstermiş olduğunuz yoğun ilgiye çok teşekkür ederim, bilirsiniz Pazartesi benim günüm ve inanıyorum ki, sizlerde Pazartesi gününü tabiri caizse iple çekiyorsunuz, güzel bir hafta dileyerek, benim vazgeçilmez dostum sade kahvemden bir yudum alarak, başlayayım bugünkü yazıma;
Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı derler, ben arafta kaldım, neden derseniz, hem çok gezerim, hemde çok okurum, boş vakitlerimde elimden kitap düşmez, o halde çok şeyi bilirim, Geçenlerde bir kitapta okumuştum, yazar öyle diyordu…
“Sevin! ve bununla yetinin! Eğer siz beni sev, ben de seni severim, diyorsanız, bunun adına ticaret diyorlar alışveriş diyorlar öyle olsaydı sevgi, pazarlarda alıp satılan bir şey olurdu. Unutmayın gerçek sevmek, karşılık beklememektir.
Sevgi adına bir şey verdiyseniz, ona verdiğinizi düşünmemelisiniz! “
Nasıl? Hoşunuza gitti mi bu örnek? Ben de diyorum ki varlıklarıyla bir halt olmayan insanları, sizin kalbinizi sevgiyle doldurmayanları kafaya takmayın! Hatta hiç unutmam, geçenlerdeydi sanırım, arkadaşımının sosyal medya paylaşımı vardı,
Gelin evinde bir anne kızıyla vedalaşırken, damada dönüp “Kızımı aç bırak, susuz bırak, elbisesiz bırak ama diyordu, kızının kalbini göstererek,
“Bunu sakın boş bırakma “
O anneyi ve paylaşım yapan arkadaşımı yürekten kutluyorum, ve ben birini sevmeye başladığımızı hissettiğimiz andan itibaren de onu sağlıklı bir biçimde yaşayabilmek için evvelinden sorgulamayı çok yararlı buluyorum.
Aslında sevmek ve sevilmek, çok güzel bir duygu ama birini seviyorsak eğer, bunu içimizde abartıp ta sonradan yıkılmamak adına söylemek istediğim bazı detaylar olacak, tanıştığınız ve sizi sevdiğine inandığınız bir erkek, sizi bir ömür mutlu edeceği ve gözünün sizden başka kimseyi görmeyeceğini iddia ediyorsa, onu ciddiye almayın! Yarını aşağı yukarı tahmin edip, bizi nelerin beklediğini bilemiyorken, karşımıza geçip gelecekle ilgili yeminler eden insana güvenmek, hiç inandırıcı gelmiyor bana. Elbette her beraberliğin sürmesini kim istemez?
Sevmek, onunla olan ilişkinizin başladığı ve onunla yolculuğa çıkacağınızla ilgili verilmiş bir karardır, şartlar uygun olmadığı zaman “Bitti” diyebilmeli insan. Bence bir insana “beni ömür boyu sevecek misin?” diye sormak, “Mezara kadar kölem olmaya hazır mısın?” demek gibi bir şey. Kavgasız gürültüsüz, arkadaşımın tabiriyle el sıkışarak yollar ayrılmalı, bu iki taraf içinde geçerli bence.
Mesela; kadın hakları ve eşitlik hususunda yırtınan evli bir kadın, iş boşanmaya gelince, eşini süründürmek için uğraştırmamalı! Arkadaşımdan bilirim, Gençlik hatası görücü usulü ile evlenmiş, çocukları olmuş ama bu evlilik ömür boyu sürecek diye de bir kanun yokki, şiddetli geçimsizlik baş gösterince boşanmak için mahkemeye başvuruyor, daha ilk celse… Kadın kendisine söz hakkı geldiğinde, Avukatının dahi konuşmasını beklemeden,
“Ben kocamı seviyorum, ayrılmak istemiyorum hakime hanım” deyince,
Dosya kapanıyor ve maalesef arkadaşım hala boşanamadı.. Artık o ne yapsın artık kabullenmiş gibi, onun için herzaman uyarılarda bulunur, “ O imzayı atmak çok kolay, ama silmek çok zor, bir boşanabilsem, bir daha imza atmakmı, tövbe” diye, haklı da… Hatıralara saygı, vefa diye bir şey vardıysa eğer, bu ayrılıkta ortaya çıkan zararın da eşit olması icap eder…
Arkadaşım şimdilerde yurtdışında kilometrelerce olduğu için bu konuyu konuşmuyoruz, bilmiyoruz ama inşallah boşanmıştır diyeyim.
Ben derim ki bir gün yolunuz aşka düşerse, o duygunun içinizi işgal ettiğini fark ettiğiniz andan itibaren, sağlıklı mı yoksa saplantıya mı yöneldiği konusunda ne kadar bilinçliysek, o kadar rahat ederiz…Gerekiyorsa bir uzmana gitmek hususunda geç de kalmış olmayız.
Bu arada konuyla ilgili bir kadının, karşılıksız bir aşkıyla ilgili yaptığı iç konuşmalarını örnek vermek geliyor içimden. Bence sindirerek hem okumanızı, hem de bir yandan düşünmenizi tavsiye ediyorum. Bu kadının yaşadığı bu karşılıksız sevgiyle ilgili düşünceler, sağlıklı bir aşk mı? Yoksa bir saplantı mı? Ne dersiniz? Bakınız, O kadın ! ne diyor….?
“-Her ne kadar o beni istemese de, ben onu çok seviyorum..Niçin seviyorum? Doğal olduğu için. Dürüst olduğuna inandığım için. Etrafında makyaj kuklaları dolaşırken, onlara karşı beni tercih ettiği için, o zor günlerimde hep benim yanımda olduğu için, benim sevdiğim herşeyi ezbere bildiği için.
Başkasında değil de onun ruhunda dönen fırtınaları hissettiğim için. O şimdi kilometrelerce uzakta olsada aslında onu görememek, dokunamamak, koklayamamak, karşılıklı oturup kahve içememek, varlığını aynı coğrafyada hissedememek, sesini bile duymaktan mahrum olmak…Sevdasıyla içimi işgal eden bu insan….evet, onun bari beni sevdiğini bir kez söylemesini arzu ederken, bunları hiç yaşayamamak…elbette bütün bunlar beni üzmüyor desem yalan. Fakat her şeye rağmen, onun sevgisi bana hayatı unutturmuyor. Şimdilerde onun beni tercih etmemesine saygı duyuyorum. Unutmaya kaçmaya çalışmıyorum…Çünkü fizik kurallarına göre ne kadar kaçarsam, o kadar etrafında döneceğimi biliyorum. Ve bütün bu gerçekleri kabul ediyorum…”
Yukarıdaki örnek verdiğim bu kadın şimdi bir psikiyatrik vaka mı? Hayır, bu sevgi ona acı vermiş olsa, o acının dinmesi için elbette tıbbi bir müdahale gerekebilir….Kadın mutlu. Niçin gidip de bir ilaç kullanarak duygularını köreltsin ki? O halde psikologa mı gitmeli? Bence değil…Niçin bir profesyonel yardım alsın? Kadının bu karşılıksız sevgiyi, bütün duyu organları bile kabul etmişken… O bu sevgiyi bütün hissiyatıyla yaşıyor ve bununla mutlu oluyor. Kim bilir, belki de bu yüce sevgisi kaybolur gerekçesiyle hiç kimseyle paylaşma gereği bile duymuyor…Kadın, dikkat edilirse kendisini sevmeyen insanın duygularına saygı duyup kabullenmiş. Psikologların en büyük yardımı, mesela tek kolu olmayan bir insana, tek koluyla yaşamayı kabullendirmek. Eğer yazıyı tekrar dikkatle okursanız, o insanda her türlü eksikliğe rağmen, bir şeyler yolunda gitmese de arada doğal olarak üzülse de yaşamı kabullenmişliğin verdiği bir iç huzuru var. Ben yazıdan bunu anlıyorum..Ya Siz?
“Seviyorum” diyorsan birini, burada bize düşen sağlıklı bir sevgiyle, saplantılı bir rahatsızlığa tutulup tutulmadığımızın farkında olmak..Varsa böyle bir takıntı şüphesi bir uzmana gidip bu durumumuzla yüzleşmek…Yani takıntı. Buna tıpta Obsession, diyorlar. Bunun hastalık boyutunda görülebilmesi için, öncelikle bu üzerinde taşıdığı karşılıksız aşkın, onu rahatsız ve huzursuz etmesi gerek. Sevdiği adamı düşündüğü zaman, bütün bu düşüncelerin ona acı vermesi gerek..Zaten normalliğin takıntıdan farkı; normallikte kişi mutlu olarak bazı hayaller kurabilir ve bu kurduğu hayaller ne onu, ne çevresini, ne de sosyal hayatını, ailesini etkileyecek boyutta değil. İşte bunun tersi olarak bu düşünceler onun evini, ailesini, sosyal hayatını, işini etkileyip ve kişinin bu düşüncelerden kurtulmak için çaba göstermesine rağmen üzerinden atamaması gibi bir durum olsaydı, bunun takıntı olduğu su yüzüne çıkmış olacaktı. İnsan ruhu bir çiçeği, bir böceği, bir kediyi, bir köpeği severek mutlu oluyorsa bunu tıp hastalık olarak değerlendirmez. Hastalık, kişiyi rahatsız etmeye başladığı an düşünülür….Gerekirse ilaç müdahalesine girişilir…Bana öyle geliyor ki, insanların zaten bir parça da olsa, yaşamlarında mutlu olabilmeleri için, psikolojik bilgilere sahip olmaları gerekir. Bu insanın terzi olmadan yeri gelince kendi söküğünü dikmesi gibi bir şey…
Bir de sanrı dediğimiz hezeyanlar var. Kendisini cumhurbaşkanı, başbakan olarak ya da ünlü bir sanatçı olarak görmek, herkesten ilgi beklemek, …Hayallerinde gördüğü cinler periler…bunların gerçek hayatla örtüşmemesi gibi.
Mesela, İngiltere de akıl hastanesinde yatan bir kadın, sürekli olarak kendisinin “Kraliçe Camilla” olduğunu iddia ederek mutlu olması gibi….
Konuyu toplamak gerekirse, saplantılı kişi dış dünyadaki yaşananların farkındadır, üstelik gerçeklere karşı düşünme gücünü de kaybetmemiştir. Gerek ergenlikte, gerek titizlik konularında, gerek aşkta bu tip takıntılar olur…Ama burada ölçü ve onun profesyonel yardımla ilgili boyutu, kişinin bu durumdan rahatsız olmasıdır. Simetri hastalığı olan bir kişi, ortalığı düzeltip günlük işlerine devam ediyor ve niye böyleyim diye üzülmüyorsa bunda da telaşlanacak durum olmaması gerek…
Değerli dostlarım aşkı, sevgiyi, tutkuyu bir çorba gibi karıştırıp, kendinize ve kimseye zarar vermeden belli dozlarda yaşamanız dileğiyle sevgiler…
Pazartesi başka bir konuda buluşmak üzere kalın Sağlacakla değerli okurlarım…
SEÇİL ESKİOĞLU
Gazeteci - Yazar
Yorum Yazın