Bazı sesler vardır, bir nesli büyütür...
Bazı kadınlar vardır, ne aşkın ne acının tarifine sığar…
Ve bazı sanatçılar vardır, sadece sahnede değil, kalpte yaşar…
13 Temmuz, Sezen Aksu’nun doğduğu gün…
Ama asıl doğum, Türkiye’nin sesi olduğu gündü.
Çünkü Sezen sadece bir sanatçı değil…
Bir çağdır. Bir yara bandıdır.
Bir ayrılığın, bir kavuşmanın, bir ömrün şarkısıdır.
Ben 42 yıllık gazetecilik hayatım boyunca, sayısız kez fotoğrafını çektim…
Sahnede, kuliste, sokakta, turnede, bazen bir gözyaşı anında, bazen kahkahasında…
Röportajlar yaptım. Onunla zaman zaman dertleştim, zaman zaman susarak konuştum.
Ama hep bir şey dikkatimi çekti:
Sezen Aksu hiçbir zaman tam anlamıyla “ulaşılabilen” biri olmadı.
O hep biraz mesafeli kaldı.
Ama o mesafe, kibirden değil;
Bir kadının, kalabalıklar arasında ruhunu koruma savaşıydı.
Bugün hâlâ, hayranları onun nasıl bir evde yaşadığını bilmez.
Sosyal medya çağındayız ama Sezen, bir sır gibi yaşamaya devam ediyor.
Çünkü o; magazinin tükettiği değil, hayatın içinde sindirdiği bir isim.
Kendini anlatmaz, şarkıları anlatır onu.
Ağzından dökülen her söz, bir devrin hikâyesidir.
Bir ‘Tükeneceğiz’le biten aşklar…
Bir ‘Git’le yıkılan egolar…
Ve bir ‘Kavaklar’la yeniden filizlenen umutlar…
Sezen Aksu’nun doğum günü kutlanırken, aklıma hep şu gelir:
“O olmasaydı biz ne yapardık?”
Kim bizi bizden iyi anlatacaktı?
Kim aşkın yarasını, toplumun ayıbını, kadının iç savaşını böyle dile getirecekti?
Her doğum günü, ona değil; bize hediye!
Çünkü o yaş aldıkça, biz biraz daha tamamlanıyoruz.
Biraz daha Sezenleşiyoruz belki de…
Nice yıllara Sezen…
Saklandığın o evde, bilmediğimiz bir şehirde…
Bir gün yine şarkılarınla karşılaşacağız.
Belki bir vedada, belki bir yeniden başlangıçta…
Ama her zaman, bir Sezen şarkısında...
Burhan AKDAĞ
Yorum Yazın