Ben bu yazımda sizlere bir mimardan bahsedeceğim, İspanya’nın Kuzeydoğu kıyısında, dünyaca ünlü futbol takımı kadar, heykelleriyle de tanınan bir şehri vardır , Barselona …
Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan Barselona’ya ruh veren o kadar çok şey var ki. Şehrin yaşanmışlıklarından burada yaşamış sanatçılarına, tarihinden mimarisine, edebiyatından sanatına, müziğinden kültürüne şehre ruh katan sayısız renk, ve bu kadar meşhur olmasının birçok ta haklı sebebi var.
Okulundan mezun olurken hocası onun için
“Bir dahiyi mi yoksa bir deliyi mi mezun ediyoruz bilemiyorum, bunu bize zaman söyleyecek” demişti.
O ki “Tanrının Mimarı” olarak biliniyordu, kendine özgü tarzı ve sürrealist bakış açısı ile günümüze dek ayakta kalan eserler inşa etmiş mimari bir dahi olarak tarihe geçmişti.
Sade, basit, adeta hayata küsmüşçesine bir yaşam süren, Barselona denilince akla ilk gelen, büyüleyici eserler inşa etmış bir mimarını anlatacağım.
Yine sözlerinizi duyar gibiyim, “ Esra kim bu arkadaş, bizi merakta bırakmasana !
ANTONİ GAUDİ ile tanışmaya hazır mısınız?
İspanya’nın en değerli ve en önemli yapılarından, Barselona şehrinde bulunan La Sagrada Familia Katedrali için adeta hayatını adayan Gaudi’nin 7 Temmuz 1926’da kilisenin yapımı sırasında geçirdiği bir kaza sonucunda hayatını kaybetmesi üzerine mezarı La Sagrada Familia’nın içerisine defnedilmiş ve bu trajik ölümünün ardından mezar taşına şu kelimeler yazılmıştı:
“Antoni Gaudí 73 yaşında 10 Haziran 1926 Barselona’da feci bir kaza sonucu öldü.
Antoni Gaudi 25 Haziran 1852 de İspanya’nın İber yarımadasının kuzey doğusunda kalan Katalonya özerk bölgesinin Reus kentinde bakırcı bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi.
Yürümekte zorlanması, dışarı çıkamaması nedeniyle gelişimi de doğayla iç içe oldu. Gözlem ve Analiz yeteneği çocukluk yıllarından kalmadır. 17 yaşında başladığı ve bütün hayatını şekillendirecek olan mimarlık eğitimi, çeşitli nedenlerle sekiz yıl sürdü.
Her ne kadar çalışkan bir öğrenci olamasa da çizimdeki yeteneği onu her zaman göz önünde tuttu, dört yıl askerlik yaptı, ancak sağlığının elvermemesi üzerine önce Llotja Okulu'na ve ardından mezun olduğu Barselona Yüksek Mimarlık Okulu'na kaydoldu.
Okul yıllarında harçlığını çıkartmak için Joan Martorell, Josep Fontserè gibi Barselona'nın en ünlü mimarlarından bazılarının ressamlığını yaptı. Adından ilk olarak ise 1883-1888 tarihleri arasında yaptığı ve şimdilerde müze olarak kullanılan Casa Vicens adlı yazlık evle adından söz ettirdi. Gaudi tarafından tasarlanan ilk ev olan bu yapıt, Art Nouveau'nun ilk binalarından biri olarak kabul ediliyor.
Eğitimini tamamladığı 1870'lerin Barselona’sı artık iyiden iyiye sanatın merkezi olmuştu. Tekstil endüstrisinin gelişimiyle birlikte orta sınıfın güçlendiği; gösterişin, şehirleşmenin ve ihtişamın arttığı dönemde Gaudi'nin süslemeyi merkezine aldığı mimarlık yeteneğiyle sivrilmesi de zor olmadı. Bir dahi olarak kabul edilsede, renk körü olduğuna dair iddialar vardır, eserlerini (Yardımcısı) Josep Maria Jujol’ün yardımıyla tamamladığı söylenir.
Hem annesini hem ağabeyini kaybettiği ağır yılların ardından 1878’te mezun oldu, aslında mezun olmadan önce dahi Gaudi, kendi müşterilerini toplamaya başlamıştı. Aynı yıl Paris’teki Dünya Fuarı’nda eldiven üreticisi Camella için vitrin hazırladı ve bu hayatını değiştirecek olan insanla yani tekstil üreticisi Eusebi Güell ile tanışmasını sağladı.
Eusebi Güell ortaklığında, Pavilyon, Saray, Mahzen, Colonia Türbesi ve Parkı gibi eserleri inşaa etti.
Bunların arasında dikkati en çok çeken eser elbette Park Güell’di, yapımı 14 yıl süren Barselona'nın en önemli turistik yerlerinden Park Güell, başta bahçe-şehir olarak tasarlansa da sonrasında şehir parkına dönüştü.
1878'de Mataró İşçi Kooperatifi binası için komisyon aracılığında bulunan Gaudi, orada öğretmen olan Josefa Moreu'ya aşık oldu. Ancak karşılık bulamadığı aşkı, Gaudi'nin artık aşktan sevgiden kopup tamamıyla işine ve kariyerine odaklanmasına, bu reddediliş aynı zamanda Katolik inancına da daha sıkı bağlanmasına neden oldu.
Aşkının reddedildiği yıllardan sonra dini inancı, Gaudi'nin mimarlık dışındaki tek ilgi alanına dönüştü. 7 Haziran 1926'da işten çıkıp kilisedeki günlük duası ve günah çıkarma ayinine giderken kendisine çarpan tramvay önce bilinç kaybı, ardından ölümüne neden oldu.
Eski ve yırtık kıyafetlerle dolaşması ve üzerinde kimliğinin olmaması, onun bir dilenci sanılmasına neden oldu bu yüzden hastahaneye kaldırılmadı ve tıbbi tedavisi gecikmiş oldu, 10 Haziran 1926 da kimsesiz dilenci olarak, kimsesizler mezarlığına gömülmek üzere iken, bir papaz tarafından teşhis edildi ve Gaudi çok büyük kalabalığın katıldığı cenaze töreniyle Sagrada Familia (Kutsal Aile) Bazilikasına gömüldü.
Gaudi'nin bir tasarımcı olarak dünya çapındaki ünü güvence altına alındı ve Barselona'daki yedi binası UNESCO tarafından Dünya Mirası Alanları olarak listelendi. Gaudi'nin 43 yılını harcadığı Sagrada Familia Katedrali’nin ölümünün yüzüncü yılında yani 2026'da tamamlanması planlanıyor. Böylelikle Barselona'nın dehası, hak ettiği efsane mimar mertebesine kavuşmuş olacak.
Antoni Gaudi işte böyle sade, sıradan, kimsesiz bir vatandaş olarak görülse de, okuldan mezun olurken hocasının sözleri hiç unutulmamıştı.
“Bir dahiyi mi yoksa bir deliyi mi mezun ediyoruz bilemiyorum, bunu bize zaman söyleyecek.”
Evet delimiydi yoksa dahimiydi, bu hep muallakta kaldı, ama gerçek olan şu ki o bir efsaneydi. Halk arasında “Tanrının Mimarı” olarak anılan Antoni Gaudi, ezber bozan sıradışı bir mimardı.
“2013 den bu yana, Antoni Gaudinin öldüğü gün olan 10 Haziran onun anısına “Dünya Art Nouveau” günü olarak kutlanmaktadır.
Işıklarda uyu güzel insan, sen her zaman halkın içinde yaşadın, eserlerini izleyenler seni büyük bir hayranlık ile anıyorlar .
Başka bir yazımda buluşmak üzere Hoşçakalın, Hoş kalın.
ESRA SONGÜLER
HABERCADDESİ EDİTÖRÜ
Yorum Yazın