Bu pazar sabahı evlenmeye karar verdim kahvaltı masasında.
Akşam yemeğine kadar vazgeçmezsem, ne âlâ…
Tek şartım var:
Türk olmayacak!
Kesinlikle!
“Amerikalı” olmalı diye düşünüyorum.
Neden mi?
Tanışır tanışmaz biriyle…
“Çok güzelsiniz, botoks, estetik var mı?”
Yok! Yahu, senin estetik fiyatlarından haberin var mı?
“Evli misin?”
Evsizim, çadırda yaşıyorum.
Boş muhabbet anlayacağınız.
Boy, kilo derken iş maddiyata gelip çatıyor.
Hem de ne çatmak!
Adam memur, 30 alıyor.
Kadın 15 alıyor ve burada da bölünüyoruz.
Sen az “çaldın”, ben az “çaldım.”
Pardon, “aldım” olacaktı.
Ehhhh!
Kendini garantiye alacak, ne yapsınlar?
Tek emekli maaşıyla olmuyor.
Kendilerine yaşlılıkta baktıracak dadı arayışı içinde bazıları.
Kadınlar da az değil hani… Sabah programlarına çıkıyorlar ya:
“Çocuğumun babasını arıyorum.”
9 DNA testinden geçiyor, çocuk kimden belli değil.
Gelin kayınbiraderden, kayınpederden, kaynana damattan hamile kalınca aşk cinsel tacize uğruyor bu p…lerin yüzünden.
Neyse, ümidinizi kesmeyin.
Bazı tarikat şeyhleri söylüyor vaazlarında:
“70 huriyle top sektireceklermiş bazıları.”
Samırsak yok!
Hap yok!
Macun yok!
Tomurcuk memeli.
Elbiseler öylesine incecik ki içleri gözüküyor üstelik.
Ya ben bir de eşlerini aldatanlara sinir oluyordum.
Hurileri taciz edenlere ne demeli, bilemedim şimdi.
İçimden top saydırdım zat-ı âlilerine…
Neyse, sabah şişmancık, tombulcuk hayatları izliyordum TLC’de.
Kadın 210 kg. Yatağa bağlı.
Altını sevgilisi alıyor, evde her işi sevgilisi yapıyor,
Bir de elinde telefonla oynuyor diye azar işitiyor.
En önemlisi ve etkileyici olan da:
Her fırsatta sarılıp öpüyor, saçlarını tarıyor, kokluyor ve:
“Seni çok seviyorum.” diyor.
“Seni seviyorum.”
Benim için çok kıymetli ve çok şey ifade ediyor aslında.
Ben de öyle hayran hayran izliyorum sabah kahvaltısında, pişi yerken.
Bu adamcağız öyle basit, işsiz birisi de değil.
210 kiloluk bir kadını kaldırıp altını almak için vinç operatörü olmak lazım.
Ama sevgilisi teknoloji mühendisi.
Doktor Nowzaradan bu aşk karşısında duygulandığını söylüyor.
Oysa Amerikalılar için alışagelmiş bir şey;
Yarısı obez ve büyük aşk yaşıyorlar.
Ben Amerikalı arkadaşlarımın yanında çubuk kraker gibiyim; yani “çıtır.”
Ve bu sabah karar aldım:
Ne o öyle diyet, yürüyüş, spor…
Baklavaya hasret kaldım, bu nedir ya!
“Beni beğenen böyle beğensin.” diyorum.
Beğenmiyorlar!
Kalp kasınız mı hasar aldı?
“Seni seviyorum”lar çok mu ucuzladı?
Güven mi azaldı?
Sevsek bile tek engel “maddiyat” mı?
Hani ne oldu bizim o samanlıklara?
Ateş mi aldı?
Yandı, bitti, kül mü oldu?
Soruyorum sizlere:
Ne oldu o 90’lı yılların aşklarına?
Neyse…
Bir tarafa, evlilik denilen şey rafa kalktı artık.
Kalpler kronik hastalığa yakalanmışçasına acı çekiyorlar.
Kimi kırgın, kimi dargın, kimi incinmiş, kimi ezik…
Kimileri pamuklara sarmış, gizliyorlar.
Tıpkı benim gibi…
Korkuyorlar.
Çok da haklılar.
Ne sevgiler, ne aşklar, ne evlilikler güven altında.
Arkadaşım ikinci baharı için nikâh masasına oturdu 5 ay önce.
Ona çeyrek takacaktım.
Eğilerek kulağına fısıldadım:
“Çeyreğin emin ellerde, şimdi sana takmayacağım; 6 ay sonra lazım olacak nasılsa.” dedim.
O an anlam veremedi arkadaşım.
Ve aynen öyle oldu.
Büyük aşk, beş parasız sokağa atıldı geldiği valizle.
Şimdilerde arkadaşım kiralık ev arıyor.
Tam zamanın çeyreği bugüneymiş.
Bunu bilmek için evliya, şeyh, falcı olmaya gerek yok.
Gerçi onlara hiç inancım da yok.
Tecrübe konuşuyor.
Bekle beni Jonathan, top sektirmeye geliyorum!
Şaka bir tarafa,
Sağlıkla kalın.
Aşk ile kalın.
“Seviyorum.” deyin sevdiklerinize.
Kalbinizden boş insanları atın ki bana yer açılsın.
MİNE DEV
ARAŞTIRMACI GAZETECİ - YAZAR
Harika bir anlatım, yüreğine kalemine sağlık mine hanım,
Selaaddin
25-05-2025 20:16