Geçen yazım da Taçsız Kral Metin Oktay’ı anlatmıştım. O kadar çok beğenildi ki hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim, ama o yazımda demiştim ya, başlık arkadaşımdan gelmişti diye, bana “Fenerbahçe’yi yazsana Esra” demişti, ben önceliği kendi taraftarı olduğum Galatasaray’a vermiştim, eh canım o kadarcık ta torpilim olsun ama değil mi?… Elbette ki ben Galatasaray taraftarıyım diye, herkeste Galatasaraylı olacak gibi bir iddiam yok, her takımın taraftarına saygı duyarım.
O zaman bu hafta da arkadaşımı kırmayayım, Fenerbahçe’yi daha doğrusu Fenerbahçe’nin efsane oyuncusu “Ordinaryüs” lakaplı rahmetli Lefter Küçükandonyadis’i anlatayım.
Bilin ki, Galatasaraylılar için Taçsız Kral Metin Oktay ne ise, Fenerbahçeliler için de Lefter Küçükandonyadis’te odur, Galatasaray’ın Florya’daki tesislerinin adı “Metin Oktay Tesisleri” ise, Fenerbahçenin de Kadıköy Dereağzın’daki tesislerinin adı “Lefter Küçükandonyadis”dir. İkisi de, beyefendilikleriyle, efsane golleri ile Türk futbol tarihine altın harflerle imzalarını atmış futbolculardır.
İkisi de ışıklar içinde uyusunlar.
“Ver Lefter’e... Yazsın deftere!..”
Futbolseverler böyle bağırırdı tribünlerde. Gazeteler böyle yazardı.
“Pası verdin mi Lefter’e, topu yollardı filelere”, milyonlar onun müthiş futbolunu ayakta alkışlardı, çünkü Lefter Küçükandonyadis sadece Fenerbahçe’nin değil Milli takımımızın da yıldızıydı.
Ay-yıldızlı formanın nice zaferinde O’nun imzası vardı.
O bir Cumhuriyet çocuğuydu. Hayata gözlerini açtığında Cumhuriyetimiz tam iki yaşında idi. Rum bir baba ile Türk bir annenin oğlu olarak doğmuştu.
Gerçek adı Rumca’da “Özgür” anlamına gelen “Elefterios” olmasına rağmen kısaca biz ona Lefter dedik. Babası balıkçılıkla uğraşıyordu, fakir bir aileydi. Bu küçük çocuk kendi kimliğini kazanmaya başladığı yıllarda futbola olan tutkusu ve yeteneği ile ön plana çıktı. Onaltı yaşına geldiğinde futbola ilk adımını attı ve lisanslı olarak oynamaya başladı. 1943 yılından 1947 yılına kadar tam dört sene Türk bayrağı için nöbet tuttu ve askerlik görevini tamamladı. Torunu Özlem’in de dediği gibi tam bir Atatürk hayranıydı.
Dört senelik uzun askerlik döneminden sonra hasta babasına bakması için çalışması gerekiyordu. Yapabileceği” en iyi iş futbol oynamaktı, aslında futbol için yaratılmış olduğunu daha sonralarda “Futbolun Ordinaryüsü” olduğun da da herkes görecekti. 1947 yılında daha sonraları sembolü olacağı Fenerbahçe Spor Kulübü’ne transfer oldu.
Transfer ücreti ne ev, ne de araba, ne milyonlarca Euro ne de Dolardı. Hasta babasının bakım masraflarını Fenerbahçe Spor Kulübü’nün üstlenmesi karşılığında kendini Sarı-Lacivert renklere bağlamıştı. Kendi deyimiyle bu imza sonrası artık “Fenerbahçe için” yaşayacaktı.
Tribünler yalnızca büyük oyuncular için besteler yaparlar “Ver Lefter’e, yazsın deftere” bestesi hem yıllarca dilden dile dolaştı, hem de Lefter’in ne kadar büyük bir oyuncu olduğunun ispatı oldu.
Hep alçak gönüllüydü, yaşadığı Büyükada da küçücük bir yaşamı vardı. Kalbi son saniyeye kadar Fenerbahçe için attı.
6-7 Eylül olaylarında, bir takım kendini bilmezler Büyükada’daki evini bastılar, taşladılar “Vurun şu gavura” diye bağırdılar. Lefter sabaha dek elde silah kapıda bekledi. Lefter'in evinin basıldığını duyan Fenerbahçeliler Kartal'dan motorlara binip Ada'ya koştular, Lefter'in evinin önüne barikat kurdular.
"Sana bunu kim yaptıysa söyle, haddini bildirelim" diyerek saldırganların isimlerini öğrenmek istediler. Lefter saldıranların hepsini tanıdığı halde kimseyi ihbar etmedi, şikayetçi de olmadı.
Yunanistan’ın en yüksek tirajlı gazetesi Ta Nea’da Lefter için şunları yazmıştı:
"Rum doğdu ama Türk olarak yüceldi. Sadece Türkiye’nin değil dünyanın en büyük futbolcularından biriydi. Hayatının belki de en zor maçını Yunanistan’a karşı oynadı ve kazandı. Yunanlı taraftarlar, gol attı diye ona portakal fırlattı. O ise yıllar sonra o maçı “Herhalde bizi aç sanıp portakal verdiler” diye hoşgörüyle karşıladı. Yunanlılar için haindi Lefter, Türkler de onun Rum olduğunu hiç unutmadılar...
Günahı ne idi?" Rum bir babadan doğmak mıydı? O bu toprağın insanıydı, Diyarbakır da 4 yıl askerlik yapmıştı, tüm vergilerini ödüyordu, ama bazı kendini bilmezler tarafından “Gavur” olarak algılanıyordu.
Oysa ki Ordinaryüs 1947 yılında ay-yıldızlı formayla Atina’da 2 gol attı.
O gün binlerce Yunanlı Lefter’in muhteşem gollerini “Turco, Turco” diye alkışlamıştı.
Yunanistan’da ona “Türk” diyorlardı. İngilizler'in ünlü ''World Soccer'' dergisi ise Lefter’i 20. yüzyılın en büyük 200 futbolcusundan biri olarak anmıştı.
Lefter’e “Ordinaryüs” lakabını, matbaacı fakat aynı zamanda Fenerbahçe Divan Kurulu üyesi olan, ünlü Amigo Manol Taylan tarafından takılmıştı, 1957'de oynanan bir Fenerbahçe maçında, top Lefter'in ayağına gelince "Hadi Ordinaryüs!" diye bağırmış.
Bu ünvan ya da lakap Lefter'e çok da yakıştığı için hemen benimsenmiş, sonra da her maçta, bir sessizlik anında Lefter'in duyacağı şekilde türbinler “Haydi Ordinaryüs” diye bağırıyordu, Lefter de buna öyle alışmıştı ki topu ayağına alınca Manol Taylan'ın bağırmasını bekler, sesi duyduktan sonra gülümseyerek topu sürmeye devam edermiş.
Ve efsane futbolcu Lefter 13 Ocak 2012 tarihinde, tedavi gördüğü Amerikan Hastanesi'nde 87 yaşında ağır zatürreye bağlı kalp yetmezliğinden aramızdan ayrıldı.
Büyük futbolcuyu saygı ile anıyorum, gelecek yazım içinde Beşiktaş’lılara müjdemi vereyim, Süleyman Seba’yı bir de benden dinleyin.
Hoşçakalın, hoş kalın.
ESRA SONGÜLER
HABER CADDESİ EDİTÖRÜ
Yorum Yazın