Batılı bilginler; özellikle Freud, Fromm, Jung rüya konusunda çeşitli ve uzun yılları alan araştırmalar yapmışlar ve rüyayı insan hayatinin vazgeçilmez unsurlarından biri olarak görmüşlerdir.
Freud’un fikir ve çalışmaları
Freud, rüyayı çocuksu ve akıl dışı arzularımızın bir tatmini olarak görmektedir. Rüyalarımızı oluşturan motifleri akıl dışı arzularımız ve düşüncelerimiz olarak yorumlamaktadır. Uykumuzda, gündüzleri varlıklarından haberdar olmadığımız veya olamadığımız dürtülerimiz canlanmaktadırlar. Bilincimiz tarafından bastırılan ve dışlanan akıl dışı nefret, hırs, kıskançlık ve özellikle de çarpık cinsel arzular, rüyalarımızda birdenbire ortaya çıkıverirler. Freud bu akıldışı arzuları içimizde taşıdığımızı, fakat toplumun etkisi nedeniyle onları bastırmakla kurtulamadığımızı iddia etmektedir. Uyku sırasında bilincimiz tarafından uygulanan kontrol azaldığından, bu arzular canlanırlar ve kendilerini rüyalarımız aracılığı ile belli ederler.
Jung’a göre rüya : Jung'un rüya yorumuna gelince, onun rüya yorumuna yaklaşımı rüyanın amacını sorgulamak ve bilinçaltının belirli bir sembolü neden seçtiğini ve rüyayı gören kişiye kendi yaşamı ve yaşamına karsı tutumu hakkında ne göstermeye çalıştığını anlamaktı. Jung sembollerin rüyayı görene özgü bir gücü olduğunu ve dar bir yorumla sınırlanamayacağını iddia etmektedir.
Erich Fromm’un rüyaya bakışı: Büyük rüya yorumcularından Erich Fromm ise rüyaları unutulmuş bir dil olarak görür ve geçmişin insanlar için rüya ve hayallerin zihnin en önemli ifadeleri arasında olduğunu söyler. Ona göre rüya sembolleri evrensel, geleneksel ya da rastlantısaldır. Rastlantısal semboller kişiseldir ve bireysel çağrışıma ilişkindirler. Geleneksel semboller tek anlamlıdır. Evrensel sembollerin -örneğin güneş- sıcak ve ışık gibi evrensel anlamları vardır.
Edgar Cayce, uykuda veya trans halinde geçmişi ve geleceği görürdü ; hastalıklara doğru teşhisler koymuş ve binlerce kişi için gerekli tedaviyi söylemiştir. Trans halindeyken söylenenler kaydedilmiş ve dikkatle belgelenmiştir. Cayce bunu “insanın başlangıcından beri var olan zihni faaliyetinin toplamı tarafından beslenen bir düşünce nehri” olarak tanımlamıştır. Cayce trans halindeyken bir keresinde şöyle demiştir :. “ Rüyalar bilinçaltının tezahürleridir. Bir durum gerçek olmadan önce rüya görülür.”
1. Felsefi Perspektif
Batı düşüncesinde rüyaya dair ilk sistematik düşünceler Antik Yunan filozoflarına kadar uzanır:
• Platon (M.Ö. 427–347): Rüyaları ruhun bedenle olan bağının gevşediği anda, kişinin arzularını ve iç dünyasını yansıtan imgeler olarak görmüştür.
• Aristoteles (M.Ö. 384–322): Rüyaları dış dünyadan gelen uyarıların zihin tarafından işlenmesi olarak açıklamıştır. Ona göre rüya bir tür fizyolojik süreçtir.
2. Hristiyan Orta Çağ ve Teolojik Yaklaşım
• Bu dönemde rüyalar çoğu zaman ilahi mesajlar veya şeytani aldatmacalar olarak görülmüştür.
• Aziz Augustinus gibi teologlar, bazı rüyaların Tanrı’dan gelen vahiyler olabileceğini, bazılarının ise insanın günahkâr doğasını yansıttığını savunmuştur.
3. Aydınlanma ve Bilimsel Dönüşüm
• 17. ve 18. yüzyıllarda rasyonalist düşünce yükseldikçe rüyalar giderek bilimsel açıklamalara konu olmaya başladı.
• Rüya, artık Tanrısal bir mesajdan çok zihinsel bir işlev olarak görülmeye başlandı.
c. Modern Psikoloji ve Nörobilim
• 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren rüya çalışmaları daha çok REM uykusu, beyin dalgaları, hafıza konsolidasyonu gibi fizyolojik temellere dayandırılmıştır.
• Allan Hobson ve Robert McCarley’in “Aktivasyon-Sentez Teorisi”, rüyaların rastlantısal beyin aktivitelerinin bir tür yorumlanması olduğunu savunur.
5. Kültürel ve Sanatsal Bakış
• Batı edebiyatında ve sanatta rüyalar, bilinçdışına açılan kapılar olarak ele alınır.
• Sürrealizm (örneğin Salvador Dalí, André Breton) gibi akımlar, Freud’un etkisiyle rüya imgelerini sanatsal bir kaynak olarak kullanmıştır.
Sonuç olarak:
Batılı bilginler rüyayı:
• Antik dönemde ruh ve bedenin ilişkisine dair bir pencere,
• Orta Çağ’da kutsal ya da şeytani bir mesaj,
• Aydınlanma’da zihinsel bir yan ürün,
• Modern dönemde ise bilinçdışına ya da sinirsel faaliyetlere dair bir ipucu olarak görmüşlerdir.
SABİHA ÜNAL
YAZAR
Yorum Yazın