Bu sabah uyandığımda, bugün kötü giden bir şeylerin olacağını hissettim aslında, ama konduramadım...
Kondurmak istemedim aslında.
Kötüye yormak istemedim içimdeki sıkıntıyı...
Birkaç gün önce orkidelerim kurudular.
Ve sonra düşüp kırılmışlar, sabah uyandığımda gördüm.
Sıkıldı canım, çok üzülmüştüm.
Bir an önce kendimi evden dışarıya atmak istedim ve her zaman gittiğim deniz kenarındaki çay bahçesine gidip bir kahve söyledim kendime.
Çok seviyorum burayı.
Bir taraftan kahvemi içiyor, bir taraftan da magazin sayfam için notlarımı karıştırıyordum.
İşte tam da o sırada olanlar oldu.
Bir orkide daha düşmüştü toprağa.
Elim ayağım, kolum kanadım düştü iki yanıma.
Telefona kapattıktan sonra ne kadar denize daldığımı hatırlamıyorum.
Çalışan çocuklar “Mine Hanım!” diye seslendiklerinde, iç ve dış dünyamdan kopmuş, uzaklaşmıştım.
Beni ne bir gemi, ne de bir tekne, ne de bir balıkçı motoru çıkarmıştı düştüğüm dalgalardan.
Velhasıl karaya nasıl çıktım, hatırlamıyorum işte...
Ela’nın annesinin telefon sesiyle irkildim bir anda.
Ela’m!
Elaaa!
Mine teyzesi, Ela...
Diyordu.
Hıçkırıklarından ne dediğini anlayamıyordum.
Anladığımda... Az önce kurtulduğum hırçın dalgalara tekrar düşmüştüm.
Onunla bir kitap fuarında tanışmıştık.
İri siyah gözlerinde kaybolmuştum.
O an beni tatlı, çocuksu gülüşüyle çekip almıştı güzellikler diyarına.
Stanttaki renkli çocuk kitapları ilgisini çekmişti.
Her çocuk gibi, arada bir kasılan parmakları geriliyor ve yumruk yapıyordu.
Canının acıdığını hissedebiliyordum.
Eline aldığı kitaplarla standın etrafından dönerek yanıma geldi.
Beni omuzumdan çekiştirerek:
"Gelinlikli kitap var mı?" dedi.
Annesi hafifçe başını salladığında ne demek istediğini anlamıştım.
Ela engelliydi.
Ela, 33 yaşında bir çocuktu.
Üstelik babasız.
Babası, kızının engelli olduğunu öğrenince ve hırçınlıklarına tahammül edemeyip, bahaneler uydurarak iş yerindeki sekreteriyle gitmiş...
Tatlı, sevimli, yaramaz bir kız çocuğu ve dünya güzeli bir anne...
Annesinin en büyük hayali; kızına gelinlik giydirip, hayal de olsa evlendirmekti.
Ama nasıl yapacağını bilemediğini anlatınca kolları sıvadım ben.
Kafamda tasarladığım senaryoyu en kısa zamanda hayata geçirdim.
Ela’ya gelinlik giydirdik.
Arkadaşlarımız arasından bir "damat adayı" bulduk, evde düğün yaptık.
Pasta, müzik ve harika bir düğün...
Muhteşem bir gelin olmuştu Ela.
Çok eğlenmiştik o akşam.
En çok neye gülmüştük biliyor musunuz?
Ela, damadı tebrik etmemize izin vermiyordu!
Çok kıskanmıştı damadı.
Ve çok mutluydu o akşam.
Duyuyorduk annesinden;
Gelinlikle yatıyormuş çoğu kez...
Kim derdi ki; gelinliğine sarılarak ölecekti...
Ela tatlım...
Ben daha Volkan Konak için olan üzüntümden sıyrılamamıştım.
Sana son bir kez sarılmadan ayrılmak, canımı çok acıttı.
Seni çok seviyorum, Meleğim...
Cennet mekânın olsun ki öyle.
Sen damadı kıskanmıştın...
Ben de şimdi seni çok kıskanıyorum cennetteki yerinden, Meleğim.
Canım Ela’m...
Bu satırları yazarken içimde tarifi mümkün olmayan büyük bir hüzün var...
MİNE DEV
GAZETECİ YAZAR
Yorum Yazın