Yemek, uyumak, işe gitmek… Evler var ama sıcaklık yok. İçinde bir boşluk, sessiz ve farkında olmadığın bir ağırlık.
Kaçışlar. Ama bu sadece iş veya başarıya sığınmak değil; çoğu zaman, kişi kendi iç dünyasından, duygularından ve ihtiyaçlarından kaçıyor. Özünden uzaklaştıkça, rutinler güven verirken ruhun ritmi ve değerleri üzerindeki kontrol azalıyor. Bu kaçış, psikolojik olarak bir yabancılaşma ve tatminsizlik yaratıyor; fark etmeden dış dünyanın ritmine bağımlı hâle geliyoruz.
Kısa süreli hazlar, yeni deneyimler, geçici mutluluklar… Yalnızca serin bir nefes. Kalp hâlâ derin bir bağ, sıcak bir bakış, kelimelerin ötesinde bir dokunuş arıyor. Bağlanmayı seçmemek özgürlük kazandırsa da, duygular ölçülü, yakınlık sınırlı kalıyor; hem bağımsız hem yalnız, hem güçlü hem kırılgan hissediyoruz.
Oysa bağlanmak, sadece bir duygusal tercih değil; insanın psikososyal doğasının gereği. Beyin ve ruh, güvenli bağlar kurarak kendimizi güvende hissetmeye, stresle başa çıkmaya ve kimliğimizi pekiştirmeye programlıdır. Bağlanmak, ruhun güven ve aidiyetini güçlendirir; bireyi tamamlar ve değerli hissettirir.
Güven, sevgi, şefkat, sadakat… Bunlar ruhun besinleri, insanı çekici ve ilişkilerde anlamlı kılar. Bunlar olmadan, deneyim ve haz ne kadar yoğun olursa olsun, içsel bir eksiklik hissi devam ediyor.
Ve beden… Ruh boş kaldığında izini bırakır. Güvensizlik, kırgınlık ve duygusal ihmal kortizolu yükseltir, bağışıklığı zayıflatır. İçsel boşluk, kalpte ve bedende hissedilir. Her kayıp bağ, her engellenmiş bağlanma ruhsal bir yara açarken, bedeni de görünmez bir şekilde zorlar.
Seçimler sadece bireyi değil, karşı tarafı ve toplumu da etkiler. Ritmi kişinin belirlediği ölçü ve zamanlara göre ayarlanan ilişkiler, karşı tarafta hayal kırıklığı, yalnızlık ve tatminsizlik yaratır. Duygular havada asılı kalırken, insanlar birbirlerinin yorgunluğunu, hayal kırıklığını ve sessiz acısını hisseder. Bu süreç, psikososyal bir domino etkisi gibi yayılır: karşı taraf da duvarlar örer, yüzeyselleşir ve kendini korumaya çalışır. Ego ve kısa süreli çıkar tercihleri, sadece bireysel ilişkileri değil, toplumsal enerji ve bağları da olumsuz etkileyen bir zincir oluşturur.
Modern yaşam hız ve tüketimle dolu. Kısa süreli hazlar, sıcaklık ve empatiyi gizler. Her gün bir şey kazanıyoruz ama ruh hâlâ sessiz bir boşlukla baş başa. Deneyim ve haz geçici rahatlama sağlar, kalıcı doyum değil.
İnsan ruhunu tamamlayan şey maddi başarı değil; duygular, bağlar, güven, sevgi ve paylaşılan anlamlı anlardır. Bu eksiklik, kalpte ve ruhta sessiz bir yankı bırakır; fark edildiğinde, içsel ışığımız hâlâ orada, bekler…
HANIM DEMİRBAŞ
UZMAN PEDAGOG VE
AİLE DANIŞMANI


























Yorum Yazın