Hayat bazen insanın tam kalbine dokunur.
Bir söz, bir kayıp, bir hayal kırıklığı, bir sessizlik…
Ve o anda içimizde bir şey çatlar. Kimi zaman fark ederiz, kimi zaman fark etmeyiz; ama içimizde bir yer eksilir. İşte o an, insanoğlunun en büyük sınavlarından biridir: Kırılmadan güçlü kalabilmek.
Ne var ki, bu cümle ne kadar güçlü görünürse görünsün, içinde biraz hile barındırır. Çünkü insan, kırılmadan nasıl güçlü kalabilir ki? Kalbi olan, duyguları olan, seven, düşünen, umut eden bir varlık nasıl kırılmadan yaşasın?
Belki de “kırılmadan güçlü kalmak” değil, “kırıldığında bile kendini kaybetmemek” asıl marifettir.
Kırılmak Bir Zayıflık Değil, İnsan Olmanın Bedelidir.
Kırılmak, bazen insanın hayata duyduğu inancın bedelidir. Seversin, güvenirsin, inanırsın… ve kırılırsın.
Ama kırılmak, zayıflığın değil, derinliğin göstergesidir.
Hiç kimse hissiz olduğu için kırılmaz; tam tersine, hissettiği için kırılır. Bu yüzden, duygularını bastırmaya, her şey yolundaymış gibi davranmaya çalışan insan, kendinden uzaklaşır. Güçlü kalmak adına kalbini susturan kişi, bir süre sonra o sessizlikte kaybolur.
Gerçek güç, duvar örmek değil; o duvarların ardında bile kalbini koruyabilmektir.
Çünkü bazen güç, bağırmakta değil, susarken bile direnebilmektedir.
Japonların “Kintsugi” adını verdikleri bir sanat vardır: kırılan seramik eşyalar altınla birleştirilir.
Yani çatlaklar gizlenmez, tam tersine görünür hale getirilir.
Her bir kırık, geçmişin bir hatırası, yaşanmışlığın bir nişanesi gibi parlar.
Belki de biz insanlar da böyle olmalıyız. Kırıldığımız yerleri gizlemek yerine, onlardan utanmak yerine, oradan parlamayı öğrenmeliyiz. Çünkü o kırıklar, aslında kim olduğumuzu anlatır.
Kırıklarımız bizi benzersiz kılar. Her çizik, bir hikâyedir; her yara, bir ders.
Kintsugi’deki o altın çizgiler gibi, biz de bazen gözyaşlarımızla, sabrımızla, affedişimizle birleşiriz yeniden. Kırıldığımız yerden daha dayanıklı, daha bilge, daha insanca bir hale geliriz.
Güçlü kalmak, soğuk olmak değildir. Her şeyi sineye çekmek, hiçbir şeyi umursamamak, duygularını bastırmak da değildir.
Gerçek güç, duygularının farkında olup onlara teslim olmamaktır.
Ağlamak ama ardından yeniden gülümseyebilmektir.
Yalnız kalmak ama yalnızlığa yenilmemektir.
Yenilmek ama pes etmemektir.
İnsan güçlü olmayı çoğu zaman yanlış anlar. “Güçlü ol” derler bize, ama “nasıl” olacağımızı öğretmezler.
Oysa güçlü olmak, kendi kalbini tanımakla başlar. Neye üzüldüğünü, neye kırıldığını, neyi affedemediğini fark ettiğinde başlar gerçek direncin. Çünkü kendini tanıyan insan, yıkılsa bile yeniden nasıl ayağa kalkacağını bilir.
Bir dal, rüzgârda bükülür ama kökü sağlam olduğu sürece kırılmaz. Bizim de köklerimiz vardır: inançlarımız, değerlerimiz, sevdiklerimiz, hayallerimiz…
Eğer köklerini koruyabilirsen, dalların kırılır ama yeniden yeşerirsin.
Hayatın amacı hiç kırılmamak değil, kırıldığında yeniden filizlenebilmektir.
Zamanla insan anlar ki, her kırılma bir ders, her yara bir yeniden doğuştur.
Bazen bir kapı kapanır, ama o kapanış seni bambaşka bir yola yönlendirir.
Bazen biri gider, ama o gidiş senin kendine dönüşündür.
Bazen bir düş yıkılır, ama o yıkıntının altından gerçek benliğin çıkar.
Belki de soru yanlış sorulmuştur.
Asıl mesele “kırılmadan güçlü kalmak” değil, kırıldıktan sonra da insan kalabilmektir.
Çünkü güçlü olmak, başkalarına rağmen değil; kendine rağmen yeniden başlayabilmektir.
Bir gün herkesin dağıldığı bir anda bile, kalbinde bir umut ışığını koruyabiliyorsan, işte o zaman gerçekten güçlüsündür.
Hiç kimse hayatı boyunca sarsılmadan, yara almadan, hayal kırıklığı yaşamadan ilerleyemez. Ama önemli olan, kırıldığında kendini bırakmamaktır. Kırılmak seni daha derin, daha olgun, daha bilge yapar. Yeter ki o kırığın içinde güzelliği görebilmeyi öğren.
Son Söz
Belki de güçlü kalmak, hiç kırılmamak değil…
Kırıldığında da sevgiyle kalabilmektir.
Hayata rağmen değil, hayatla birlikte yürüyebilmektir.
Her şey yıkıldığında bile, içinde bir yerden “Ben hâlâ buradayım” diyebilmektir.
Kırılmadan güçlü kalmak mümkün mü?
Belki değil.
Ama kırıldıktan sonra daha güçlü, daha derin, daha gerçek biri olmak mümkün.
Ve belki de asıl güzellik, tam da burada saklı:
Kırıldığımız yerlerden ışık sızıyor…
Haftaya başka bir yazımda buluşmak üzere
Hoşçakalın
SABİHA ÜNAL
YAZAR


























Yorum Yazın