Gece yarısı… Şehrin kalabalık caddelerinde tek başıma yürürken, etrafımı saran neon ışıkların göz alıcı parıltısına bakıyorum. Renkler, tabelalar, ekranlar… Her şey canlı, her şey hareketli. Ama içimde tarifsiz bir sessizlik var. Bir yanım kalabalığın gürültüsünü duyuyor, diğer yanım yalnızlığın derinliğinde yankılanıyor. İşte o an anlıyorum: Sahte ışıkların büyüsü, gerçek yalnızlığımı gizleyemiyor.
İçinde yaşadığımız çağ, görüntülerle, parıltılarla, yapay mutluluklarla örülü. Sosyal medyada herkes gülüyor, herkes kusursuz, herkes ışıl ışıl görünüyor. Ama ekranın ardında çoğu zaman sessiz bir çığlık, gözlerden uzak dökülen bir gözyaşı, kimseye anlatılamayan bir kırgınlık gizli.
İnsanlar kendi yalnızlıklarını gizlemek için sahte ışıkların altına sığınıyor. Parlak vitrinler, ışıltılı paylaşımlar, yapay tebessümler… Bir süre göz kamaştırıyor, ruhumuzu uyuşturuyor. Ama ışıklar söndüğünde, geriye daha da karanlık bir boşluk kalıyor.
Modern şehirler, karanlıktan korkar. Geceleri gündüze çevirmek için binlerce ışık yakar. Sokak lambaları, reklam panoları, alışveriş merkezleri… Şehir, bir an bile sönmez; çünkü sessizlik, insanın kendiyle kalmasına sebep olur. Ve insan kendiyle kaldığında, en çok korktuğu gerçekle yüzleşir: Yalnızlığıyla.
Bir kafeye oturduğunuzda etrafınızda onlarca insan görürsünüz. Ama herkes kendi küçük ekranının ışığında kaybolmuştur. Yan yana oturanlar birbirinin yüzüne bakmaz. Kahkahalar bile filtrelidir; içten değil, sosyal medyaya uygun olacak kadar sahte. İşte bu tablo, sahte ışıkların en acı yansımasıdır: yan yana ama birbirinden fersah fersah uzak insanlar.
Yalnızlık eskiden ıssız sokaklarda, boş evlerde, sessiz odalarda aranırdı. Şimdi ise kalabalıkların tam ortasında büyüyor. İnsan, kalabalıkla çevrili olsa da kendini görünmez hissediyor. İçten içe, kimsenin onu gerçekten duymadığını, kimsenin varlığını fark etmediğini biliyor.
Bu “görünmezlik” duygusu, çağımızın en ağır yalnızlığıdır. Çünkü göz göze bakmak yerini ekrana, kalpten kalbe dokunmak yerini emojiye, uzun sohbetler yerini hızlıca atılmış kısa mesajlara bırakmıştır. Ve biz farkında olmadan gerçek bağlarımızı kaybediyoruz.
Yalnızlık çoğu insana ürkütücü gelir. Çünkü yalnız kalınca maskeler düşer, sahte ışıklar söner ve insan kendi çıplak gerçeğiyle baş başa kalır. Ama aslında yalnızlık, insanın en dürüst aynasıdır.
Yalnız kalan insan sabrı öğrenir, direnci keşfeder, kendine kulak vermeyi başarır. Kalabalıkların parıltısı içinde kaybolduğunda göremediği hakikati, kendi sessizliğinde bulur. Gerçek yalnızlık insana şunu öğretir: Asıl ışık dışarıdan değil, içeriden doğar.
Bugün hepimiz, sahte ışıkların peşinde koşuyoruz. Daha çok görünmek, daha çok beğeni almak, daha çok “mutluymuş gibi görünmek” için çabalıyoruz. Oysa bu parıltılar kısa ömürlüdür.
Belki de yapmamız gereken, biraz yavaşlamak… Sosyal medyada sahte mutluluk pozları vermek yerine birbirimizin acısını anlamak. Neon ışıkların cazibesine kapılmak yerine bir dostla göz göze konuşmak. Çünkü insanı iyileştiren şey, sahte parıltılar değil, samimiyetin gerçek ışığıdır.
Bir gece, telefon ekranını bir kenara bırakıp gökyüzüne bakmak… Yıldızların ışığı sahtelik bilmez. Onlar bize her defasında aynı hakikati fısıldar: Karanlığı kabul etmeden gerçek ışığı göremezsin.
Sahte ışıkların altında yaşamak kolaydır; kalabalık görünür, gürültü duyulur, parıltı göz kamaştırır. Ama günün sonunda insan, kendi yalnızlığıyla baş başa kalır. Ve o yalnızlık, sahte ışıklardan daha gerçektir.
Hayattaki en önemli yolculuk belki de, bu sahte ışıkların büyüsünden kurtulup, içimizdeki hakiki ışığı bulabilmektir. Çünkü dışarıdan gelen her ışık bir gün söner. Ama içimizde yanan ışık, bize hayat boyu rehberlik eder.
Korkmayalım yalnızlıktan. Çünkü sahte ışıkların söndüğü yerde, gerçek biz başlar.
Haftaya başka bir yazıda buluşmak üzere hoşça kalın
SABİHA ÜNAL
YAZAR
Yorum Yazın