Görmediğimiz, duymadığımız ama en çok var olan sesler
Her gün televizyon ekranlarında, sosyal medyada, gazete köşelerinde aynı şeyleri okuyoruz: siyaset, krizler, kazalar, savaşlar… Ama manşetlerde yer bulamayan çok daha büyük bir gerçek var: Sessiz çığlıklar. Yani görmediğimiz, duymadığımız ama en çok var olan sesler.
Bu çığlıklar ne pankart taşır, ne meydanlarda duyulur, ne de kameraların önünde yükselir. Onlar evlerin duvarlarında, okul sıralarında, kalabalık otobüslerde, karanlık odalarda yankılanır. Kimse fark etmez. Çünkü bağırmazlar, sessizdirler. Ama en ağır çığlık da işte budur.
Geçenlerde metroda genç bir kız gördüm. Elinde kitap vardı, ama sayfaları çevirmiyor, sadece boşluğa bakıyordu. Bir ara çantasından küçük bir defter çıkardı, köşesine ince harflerle tek bir cümle yazdı:
“Kimse fark etmiyor.”
O an düşündüm. Belki aylarca, yıllarca içinde tuttuğu bütün duyguları o satıra sığdırmaya çalışıyordu. Belki evinde dinlenmemişti, okulda anlaşılmamıştı, arkadaşları tarafından görülmemişti. Oysa hepimiz oradaydık; aynı vagonda, aynı dünyada, aynı hayatın içindeydik. Ama onu fark etmedik.
Aslında hayatımız bu sessiz çığlıklarla dolu.
Bir çocuk, sürekli “sen yapamazsın” dendiği için konuşmamayı seçiyor.
Bir genç, “hayallerin boş” denilerek küçümsendiği için içe kapanıyor.
Bir kadın, “sus” denilerek susturulduğu için kendi sesine yabancılaşıyor.
Bir yaşlı, “artık kimsenin işi yok seninle” diye kenara itilince görünmez oluyor.
Hepsi susuyor. Ama susarken en yüksek çığlığı atıyor.
Toplum olarak en büyük yanılgımız, sadece yüksek sesle konuşanları duymamız. Kalabalıkta bağıranı, televizyona çıkıp tartışanı, sosyal medyada yazanı görüyoruz. Ama fısıldayanı, sessizleşeni, içine kapananı görmüyoruz. Oysa belki de en çok onların sesi duyulmaya değer. Çünkü sessiz çığlık, aslında bir insanın hayatta kalma mücadelesidir.
Peki neden duymuyoruz? Çünkü duymak sorumluluk getirir. Eğer bir insanın sessiz çığlığını fark edersek, ona yaklaşmamız gerekir. Dinlememiz gerekir. Hatta belki de yüküne ortak olmamız gerekir. Ve biz, kendi hayatımızın telaşında başkalarının yükünü taşımaya çoğu zaman üşeniyoruz.
Ama şunu unutmamalıyız: Bazen küçücük bir şey bile hayat kurtarır.
Bir “Nasılsın?” sorusu…
Bir omuz dokunuşu…
Birinin gözlerinin içine bakıp “Yanındayım” diyebilmek…
Bazen çığlık atmaya gücü kalmamış birine tek umut ışığı olur.
Bugün çevrene dikkatlice bak. Çok gülen ama gözleri hep hüzünlü olanı fark et. Kalabalıkta hep sessiz kalan, cümlesini yarıda kesen, bir anda içine kapanan insanları gör. Onların sessiz çığlıkları var. Ve belki de senin küçücük bir cesaretin, onların hayatında çok büyük bir değişime yol açabilir.
Unutma, insanın en çok ihtiyacı olan şey her zaman çözüm değil, duyulmak ve anlaşılmaktır. Birini dinlemek, ona gerçekten kulak vermek, bütün dünyayı değiştirmese bile onun dünyasını değiştirebilir.
Sessiz çığlıklar, hayatın görünmeyen manşetleridir. Onları duymak için kulak değil, yürek gerekir.
Haftaya başka bir konuda buluşmak üzere hoşçakalın
SABİHA ÜNAL
YAZAR
Yorum Yazın