Zamanımızın en belirgin alışkanlıklarından biri, konuşmak. Herkesin bir fikri var, herkes bir şey anlatmak, bir şey savunmak istiyor. Ancak dinlemek — özellikle de yargılamadan dinlemek — gitgide azalan bir beceriye dönüştü. Sözümüz çok, sabrımız az. Oysa insan ilişkilerinde, en büyük dönüşüm sessizliğin içindeki anlayıştan doğar.
Peki, birini yargılamadan dinleyebilmek gerçekten bir erdem midir, yoksa duygusal bir zayıflığın mı göstergesidir? Yargılamadan dinlemek, bir insanın sadece kulağını değil, kalbini de açması demektir. Bu, “haklı kim?” sorusunu bir kenara bırakıp, “acaba ne hissetti?” diyebilmenin inceliğidir.
Yargısız dinleyen kişi, kendi düşüncelerini dayatmadan, karşındakinin duygusuna alan tanır. Bu bir pasiflik değil, yüksek bir bilinç halidir. Çünkü o kişi, konuşanın sözcüklerinin ardındaki niyeti, duyguyu ve kırılganlığı duymaya çalışır.
Günümüzde birçok insan dinliyormuş gibi yaparken aslında yanıt hazırlıyor. Kimi önyargısını, kimi deneyimini, kimi de egosunu öne koyuyor. Oysa gerçek dinleme, cevabı değil, anlamayı amaçlar.
Birini anlamaya niyet etmek, onun dünyasına girebilmek için kendi ön yargılarını kapının dışında bırakmak demektir. İşte bu, sıradan bir davranış değil, saf bir erdemdir. İnsanın doğasında yargılama eğilimi vardır. Çünkü yargılamak, güvenli bir alan sağlar. Karşımızdaki kişiyi kategorilere ayırdığımızda, onun karmaşıklığıyla yüzleşmek zorunda kalmayız. “O zaten böyle biri” demek, kolay bir kaçış yoludur. Yargılamadan dinlemek ise konfor alanını terk etmektir. Çünkü anladığımız her insan, bize bir ayna tutar. Onun korkularında kendi korkularımızı, hatalarında kendi eksiklerimizi görürüz. Bu farkındalık rahatsız edici olabilir. Bu yüzden çoğu insan, anlamak yerine yargılamayı seçer. Oysa asıl güç, o aynaya cesaretle bakabilmektir.
Bazı insanlar, yargılamadan dinleyen kişileri “kararsız” ya da “zayıf” olarak tanımlar. Çünkü bizim kültürümüzde “sert olmak”, “kesin konuşmak”, “net tavır almak” güçlü görünmenin bir yolu sayılır. Oysa gerçekte, yargısız dinleyebilmek büyük bir ruhsal dayanıklılık gerektirir. Bir insanın kendi egosunu susturması, savunmaya geçmeden anlamaya çalışması kolay değildir. Zayıflık, hemen tepki vermektir; güç ise bekleyip anlamaktır. Birini dinlerken “Bu söz beni rahatsız etti ama neden böyle düşündüğünü merak ediyorum” diyebilmek, gerçek olgunluktur. Çünkü anlayış, tahammülün ötesinde bir bilinç seviyesidir.
Yargılamadan dinlemek, her söylenene katılmak anlamına gelmez. Birini anlamak, onunla aynı düşünmek değildir. Tam tersine, farklı düşüncelere rağmen saygıyı koruyabilmektir. Bu, empatiyle sınır bilincinin dengede olduğu yerdir. Eğer birini dinlerken kendimizi kaybediyorsak, bu empati değil, özdeşleşmedir. Yargılamadan dinlemek ise özdeşleşmeden anlamaktır. Kendi sınırlarını koruyarak karşındakine alan tanıyabilmek, olgun bir ruhun göstergesidir. Gerçek erdem, hem kendini hem de başkasını var edebilmektir.
Bazen hiçbir şey söylememek, karşındakine söylenebilecek en büyük desteği verir.
Birinin gözlerinin içine bakarak, onu yargılamadan dinlemek; “Sana inanıyorum, seni anlıyorum” demenin sözcüksüz halidir.
İnsanlar, çoğu zaman nasihat değil, sessiz bir anlayış ister. Bir dostun sessizliği, bir annenin bakışı, bir öğretmenin sabrı bazen en etkili iyileştiricidir. Çünkü yargısız dinleme, karşısındakine “olduğu gibi olma” izni verir. Ve insan, kendisi olabildiği yerde şifa bulur. Yargılamadan dinlemenin en derin boyutu, insanın kendi iç sesini duymasıdır.
Kendini sürekli suçlayan, kendi geçmişiyle barışamayan biri, başkalarını da yargılamaktan vazgeçemez. Çünkü dış dünyadaki yargılar, iç dünyadaki çatışmaların yansımasıdır. Kendine anlayış gösterebilen bir insan, başkalarına da şefkatle yaklaşır. Bu yüzden yargısız dinleme, başkalarıyla değil, kendinle başlar.
Bir gün kendi iç sesini yargılamadan dinlemeyi başarırsan, o zaman gerçekten anlayan birine dönüşürsün.
Modern çağda iletişim hızlandı, ama anlayış geride kaldı. Sosyal medyada, televizyon ekranlarında, hatta gündelik sohbetlerde bile herkes konuşuyor ama çok az insan dinliyor. Çünkü dinlemek, yavaşlamayı gerektirir. Yavaşlamak ise bu çağda bir tür “zayıflık” olarak algılanır. Oysa en bilge insanlar, en çok dinleyenlerdir. Sokrates’in dediği gibi, “Gerçek bilgelik, ne kadar az bildiğini fark etmektir.” Yargısız dinlemek de budur: bilmediğini kabul etmek, öğrenmeye açık kalmak, anlamaya cesaret etmektir.
Sonuç: Erdemin Sessiz Yüceliği
Yargılamadan dinleyebilmek, bir zayıflık değil, insan olmanın en yüce formlarından biridir. Bu, kalbin büyüklüğünü, ruhun olgunluğunu gösterir. Yargılamadan dinleyen insan, dünyayı değiştirmese bile, bir kalbi onarabilir. Ve bazen bir kalbi onarmak, dünyayı değiştirmekten çok daha değerlidir.
Gerçek güç, sesini yükseltmekte değil, başkasının sesini duymakta gizlidir. O yüzden; birini dinlerken acele etme. Belki de karşındaki insanın suskunluğu, senin anlayışında yankı bulmak istiyordur.
Çünkü yargılamadan dinlemek, sessizliğin içindeki en asil bilgeliktir.
SABİHA ÜNAL
YAZAR


























Yorum Yazın