“Üstünlük kompleksinin temelinde,
Her zaman bir aşağılık kompleksi yatar. “
Alfret Adler
Seda ile cafedeyiz, içeri bir bayan girdi, kadının yarım asrı devirdiği kesindi, orta yaş grubundan diyelim, ama görseniz şaşırırsınız, oldukça kilolu olmasına rağmen yarısı yırtık pejmürde görünüşlü streç kot giymiş, üstünde vücudunun tüm hatlarını gösteren parlak renkli, yırtık bir tişört, saçlar ise Afrika örgüsüne esir olmuş, pembeden, maviye; sarıdan, kırmızıya rengarenkti. Gözünde devasa gözlük ile gerçekten de dikkatleri üzerine çekiyordu. İkimizde pür dikkat onu izledik, gitti bir masaya oturdu, belli ki birini bekliyordu.
Birbirimize baktık gülüştük. Her yaşın ayrı bir güzelliği vardı, laf lafı açtı, arkadaşım döndü dedi ki;
“Celal insanları tercihlerinden ötürü küçümsüyoruz da, aslında hepimiz gösteriş meraklıyısız, hep şık ve marka giysiler giyer dışarı çıkarız, hepimiz de beğenilme duygusu vardır bu çok doğal.
Bu arada lafını keserek arkadaşıma dönüp hayatım boyunca unutamayacağım , beni çok utandıran bir anıyı anlatayım sana dedim.
Benim küçük oğlum Japon Filolog, Japonya da Tokyo Üniversite’sinde yüksek lisansını yaptı, orada kaldığı iki yıl içerisinde okul benim oğlumu, hafta sonları mütevazi bir yaşantısı olan Japon bir ailenin yanına göndermişti, Japon Filolog (Dilbilimci) olduğu için Japonya’nın sadece lisanını değil, onların kültürel, folklorik yaşamını, yemesini, içmesini, kısaca herşeyini bilmek zorundaydı. iki yıl sonra oğlum yüksek lisansını bitirdiğinde, Tokyo Üniversitesi bu kez, Türkolog olmak isteyen Japon bir kızı da karşılık olarak hafta sonları bize gönderdi. Kız hafta içinde Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyor, hafta sonu bize geliyordu, bize verilen talimatta, bu öğrenciye asla misafir gibi davranılmaması, normal yaşantımızı nasıl sürdürüyorsak onun da aramızda aynı yaşantıyı sürdürmesi istendi… Lafı uzatmayayım, günlerden bir gün oturuyoruz, kız döndü bana Türkçe dedi ki,
Siz Türkler ne kadar gösteriş meraklısısınız ?
Bir anda ne demek istediğini anlayamadım, gösteriş neredeydi? 3+1 mütevazi bir evde oturuyordum, salondaki devasa Sony marka televizyonu gösterip,
Bak dedi, dikkat ettim, evinizde 5 tane televizyon var, hepsi de Sony yani bizim ülkenin markası”
Ne var bunda? dedim,
Bu televizyonu biz çıkartırız, ama benim evimde böyle bırakın 5 tane LCD TV yi bir tane var, o da tüplü yani eski model televizyon, sonra arabana baktım Honda bu da bizim markamız, ama bizim arabamız da yok, bisiklet kullanırız.
O kızın bu sözlerinden inan çok utandım, durdum uzun uzun düşündüm, gerçekten hepimiz gösteriş meraklısıydık, tabiki bunu abartanlar vardı, ama genele bakarsak hepimiz de “Gösteriş Budalasıyız”
Her ne kadar insanlar göz hizamda olup, insana dair olan hiçbir şey beni şaşırtmıyor olsa da, bazı durumlar karşısında kendimi gülmekten alamıyorum. Bu gülme alaycı bir gülme değil, haşaa böyle bir yaklaşım haddime de değil. Bu gülümseme üzülme içeren bir gülümseme.
Artık hemen hemen hepimiz sosyal medya, akıllı telefonlar, tablet bilgisayarlar ile yatağa giriyoruz. Günümüzün her dakikasını bu mecrada paylaşıyor, hayatımızı sergiliyor, aldığımız beğeni sayısını sık sık kontrol ediyor bununla bastırılmış bir takım duygularımızı tatmin ediyoruz.
Sosyal medya paylaşımlarına baktığımızda herkesin yüzünde XL boyutunda bir gülümseme, hepsinin de egosu tavan yapmış durumda. Havaya sıçrayarak çekilmiş fotoğraflar, avaz avaz söylenen şarkılar, bikinilerle edilen danslar, üç öğün yenilen yemeklerin resimleri, doğallık adı altında yatak halleriyle verilen pozlar, havaya kaldırılmış kadehler ve daha niceleri.
Bir de “yaşam koçluğu” mesleğini icra ettiğini iddia eden kişilerin istisnasız bu görüntüleri vermesi bana mutluluğun değil samimiyetsizliğin nirvanası olarak geliyor.
Ben bugüne kadar hiçbir psikolog ya da psikiyatristin abartılı duygu durumları içinde olup, abartılı duygu durumları pozları verdiğine şahit olmadım. Hemen hemen hepsinde bir dinginlik hakim. Hatta Psikolog arkadaşım da var, birlikte güler eğleniriz.
Peki neden?
Gerçek mutluluğun ne olduğunu içselleştirmiş insanların gösterişe ve de bunu havaya sıçrayan pozlarla “ Ben özgürlüğün, bireyselliğin nirvanasındayım ” alt mesajını vermeye, kendilerini sergilemeye ihtiyaçları yoktur çünkü.
Kendini var edebilmek demek; insana ait olan her duyguyu, mutluluk, neşe, acı, öfke, korku, hüzün vb. kabul edip bunu içselleştirebilmek ve bu duyguların hiçbirinden kaçmamak demektir.
Gerçek bireysellik, gerçek özgürlük, gerçek mutluluk her duyguyu ortaya koyabilmektir, sergileyebilmektir, maskelememektir. Mutsuz olduğunda “Mutsuzum” diyebilmek hatta özgürce ağlayabilmektir.
Ama bu benim görüşüm tabiki, herkeste benim gibi düşünecek diye de bir iddiam yok zaten.
Sosyal medya da bu tarz abartılı duygu durumu paylaşımı yapanlar; siz mutlu değil, mutluluk gösterişi budalasısınız. Hatta tanınan bir isim vardı, şimdilik onun adını saklı tutayım, bu kişi anlattığım duruma çok güzel bir örnekti.
Ve siz var ya siz, aslında hepimizden çok mutsuzluğun dibine batmış insanlarsınız. “Vay beee şunlara bak, aşmış her şeyi, ne kadar mutlu, ne kadar pozitif” demelerini sağlayarak kendinize hayran hayran baktırma çabası içersindesiniz.
Şimdi koltuklarımıza çekilelim, alalım elimize kahvelerimizi ve düşünelim ne dersiniz, hepimizin hayatında bir şeyler eksik, ama sizin hayatlarınızda bir şeyler bizimkinden çok daha eksik.
Seda var arkadaşım, geçenlerde bana telefon açmış,
Celalciğim görüyor musun, bak paylaşımım ne kadar çok beğeni almış..
Aferin, aferin… zaten mutluluğunda o kadar basit şeylerde çünkü.
Mutlu olmakla mutluluk gösterişi budalası olmak çok ayrı şeyler, vazgeç şu abartılı mutluluk maskeni takmaktan. Senin de ayrılıkların, kaybedişlerin, vazgeçişlerin var değil mi ? O zaman canım Sedacığım mecbur değilsin öfkelerini, hüzünlerini, korkularını gizleyip mutluluk pozları vermeye, sahte gülümsemelere.
Gerçekten içselleştirilmiş mutluluk yaşayanlara bir bak, gülümsemeleri her daim XL değil yüzleriyle orantılı ve doğal olduğunu.
Onları kıyıda köşede değil, herkesin içinde de ağlarken görebilirsin.
Onlar mutluluklarını göstermek için genelde kelime ve gözlerini kullanır. “Gözlerinin içi gülüyor” tabirini hatırla.
Sen, sen ol mutluluk gösterişi budalası olmak yerine.
“Mutsuzum ama yine de gülümseyebilirim” diyebilenlerden ol.
O zaman gerçekten mutlu olacak üstelik bunu da kendi başına yapacaksın inan bana canım arkadaşım.
Umarım herkes kendinden birşeyler bulmuştur.
Hoşçakalın ama hep Dostça kalın.
CELAL KODAMANOĞLU
Genel Yayın Koordinatörü
Yorum Yazın