“Böyle mi esecekti
Son günümde bu rüzgar
Bütün kuşlar vefasız
Mevsim artık Sonbahar
Unutmuş ellerimi
Eşim dostum sevgilim
Kalbim acılarla hep
Bölünmüş dilim dilim”
Kimbilir nasıl bir hikayesi var , hangi gizli bir acıyla parçalanmış bu yürek?
En çok Rahmetli Ziya Taşkent’ten dinlemeyi severdim bu şarkıyı , onun hüzün dolu sesinden dinlerken ağlamamak ne mümkün? Yıldırım Gürses’in o unutulmaz eserlerini ise kendi sesinden dinlemek bambaşka bir haz verir bana , boğuk ama öylesine hisli, öylesine içten, öylesine duyarak .
“Yine mevsimler geçecek
Yine yapraklar düşecek
Giden gençliğim
Geri gelmeyecek “
Derken herkes kendi gençliğinin geçişini sorgular, ya da ben öyle düşünürüm.
Sonbaharın ilk ayını geriye doğru bırakmaya başladık bile , Eylül bitiyor, sanki bütün şiirlerin ilhamıdır Eylül, ne Ekim ne Kasım bir Eylül olamazlar, gençliğin gidişi gibidir, hazandır, ayrılıktır, hüzündür.
Sonbahar bana göre tüm dünyaya armağan edilmiş kocaman bir tablodur, her sonbahar yaprağı bir vedanın sessiz çığlığıdır diyorlar ya çok doğru, ben bu çığlığı iliklerime kadar duyarım nedendir bilmem, gizli bir hıçkırık tutar beni belki de budur sebebi .
En güzel şiirler yazılmış bu mevsime, en güzel şarkılar bestelenmiş, en güzel tablolarını sunmuş ressamlar fırçalarının ucunda yaprakları yeşilden sarıya, kızıldan turuncuya boyayarak güneşi saklamışlar dalların arasına, gökyüzünün mavisi yavaş yavaş yerini griye bırakırken.
Nasıl bir ruh halidir Sonbahar ? Düşen yapraklar kimlerin ölümünün simgesidir? İçimizi nasıl acıtır, üzerine bastığımızda sarı gazeller, sanki ağlar gibidir, çöpçüler süpürüp o siyah torbalara koyarken gözlerim dolar, ne acılar sığdırırlar o torbalara. Yıllar öncesi Prag da bir Sonbahar mevsimine denk gelmiştim, parklar sarı sarı Sonbahar yapraklarıyla bezenmişti , eşimle oturduğumuz bankta onları seyrederken düşüncelerim ne kadar derindi şimdiki yaşımın yarısındaydım o yıllar.
Toprağın ya da çimlerin üstünü adeta bir halı sermişçesine o sarı yaprakların her biri altın parçacıkları gibi birbir dallarından kopup düşerek bulundukları alanın üstünü örtmüşlerdi , toplayan hiç bir çöpçü yok , üstüne basıp çiğneyende yok, muhteşem bir manzara , ağaçların dallarında tek tük kalan yapraklar ya rüzgarın esintisiyle düşmeyi bekliyor ya da ömürlerinin dolmasını, kuş yuvaları çıplak dalların arasında iyice görünür olmuşlardı, üstlerini yorgan gibi kapatan yapraklardan mahsur kalmışlardı .
Sonrasında öğrendim ki o yapraklar özel olarak toplanıp hiç bir çöple karıştırılmadan geri dönüşümde kullanılıyormuş , biz de ne oluyor bilmiyorum hayran olmuştum bu düşünceye. Kuru yaprağın nasıl geri dönüşümü olabilirdi ki? Ölümden sonra dirilmek biz insanlar için söylense de giden kimse geri gelmedi şimdiye kadar, içlerinde annem, babam, abim de varken, hiç bir bedende geri dönmediler, yalnızca gittiler..?
Reenkarnasyon…!
O da bir muamma, bir kuru yaprağın hayata geri dönüşü nasıl olur acaba ? Çınar yaprağı hiç gül yaprağına döner mi ? At kestanesinin yapraklarından gelincik yaprağı olur mu? Ya kavak ? Ya salkım söğüt ? Onlar hangi çiçeğin bedeninden fışkırır?
Ne demiş Cemal Süreya
“Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim”
Aslında Sonbaharda yağan yağmurlar hepimizin yüreklerimizden fışkırarak gökyüzüne yükselen gözyaşlarımızdır, göklere yükselir sonrasında yağmur şeklinde yer yüzüne iner, o serinliği hissettirir, doygunluğumuz, duyduğumuz huzur belki de bundandır.
Şu an yazlıktayım evimde olsam sizlere Rahmetli Ziya Taşkent’in 1996 öncesi yaptığı bir Sonbahar tablosuyla (Ben de o tarihlerde sahip olmuştum ) veda etmek isterdim. Ziya Bey bizim komşumuzdu, resim yaptığını eşi Ulviye Taşkent’ten öğrenmiş ve sergisine gitmiştim nedense pek çok tablosunun asılı olduğu duvarda ilgimi en çok çeken bu Sonbahar tablosuydu, sarılı yeşilli renkler gel beni al diyordu, aldım ve evime gelip hemen duvarıma astım, bir fincan kahvemi yudumlayarak o tabloyu seyretmek o kadar güzeldi ki, evimdeki pek çok tablonun içinde onun yeri apayrıdır hele ki o güzel aileyi ve yüzbinlerce kişiyi o depremde kaybetmemizden sonra o resim ben de farklı bir boyut kazandı .
Ulviye Hanım teyze bana bir CD sini hediye etmişti Ziya Taşkent’in içindeki şarkılardan biri ise yazının girişindeki o güzel eserdi . Sesiyle, resmiyle, hep kendinden emin, sanki beste yaparcasına o vakur adımlarıyla sokaktan geçişi gözlerimin önünde, benim düğünümde hem komşumuz hem ses sanatçımızdı nurlarda uyusunlar.
İçinizdeki baharlar İlkbaharı yaşatsın, pembe beyaz bahar dalları sarsın etrafınızı, Sonbaharın hüznü değmesin gözlerinize.
Sözlerimi burada noktalarken giriş şarkımızın o güzel sözleriyle bitirelim bu haftaki yazımızı…
“Bütün kuşlar vefasız, mevsim artık Sonbahar”
Ama ben hepinize vefalı insanlar diliyorum .
Hoşçakalın . Hoşluklarla kalın .
FATOŞ ACAR
GAZETECİ - YAZAR
Yorum Yazın