Günlük yaşantımız içinde her durum ve her gelişme, hareket için belirli yasa ya da ortak kabul görmüş etik kurallar yoktur. Her insan ya da topluluk kendisine ait bilgi ve deneyimleriyle doğru olanı bulmaya çalışır. Toplumsal karar almak, bir kitle adına karar almak çok daha zordur. Sıkıntı ve zorluğu ortaya çıkaran temel unsur, inanılan ile davranış şekilleri arasında ki açı, kopukluktur. Nasrettin hocanın çokça bilinen bir fıkrası vardır ya; “kedi bu ise et nerede, et bu ise kedi nerede” diye. İnançlarımızın bize emrettiği temel unsur doğru ve adalet sahibi olmak değil mi? Ötesinde ki tüm yakarış ve ibadetler yaradan ile kul arasında huşu içinde ve gizemli olması en doğru hal.
..
Küçük kasabanın birinde bir caminin tam karşısında arazisi olan adam, bir genelev inşa etmeye başlamış. İmam ve cemaat buna şiddetle itiraz etmişler. Ancak mal sahibinin kendi arazisi üzerine nasıl bir iş yeri açacağına da yasal olarak karşı çıkamamışlar.
Tüm cemaatin tek yapabildiği şey, imamın öncülüğünde bu genelev için her gün beddua etmekten öteye geçememiş. İnşaat ilerlemiş ve açılışına birkaç gün kala her nasılsa şiddetli bir yıldırım düşmesi sonucu genelev yerle bir olmuş. Caminin cemaati bu olaydan duydukları büyük memnuniyeti saklamaya gerek görmemişler.
Genelev sahibi adam, cami imamının ve cemaatin direkt veya dolaylı olarak bu hasardan sorumlu oldukları iddiası ile camiye karşı tazminat davası açmış.
Cami imamı ve cemaat, savcılığa verdikleri savunmalarında bu konuda herhangi bir şekilde sorumlu tutulmalarına şiddetle itiraz etmişler. Bu olayın kendi dualarından dolayı meydana gelmiş olabileceği iddiasını da kabul etmemişler. Gerekli tüm belgeler tamamlanıp mahkeme günü geldiğinde hakim dosyayı dikkatle incelemiş ve taraflara dönüp:
– Bu konuda nasıl bir hüküm verebileceğimi bilmiyorum, demiş.
Ancak dosyadaki tutanaklara bakarsak ortada tuhaf bir durum var.
-Taraflardan birisi duanın gücüne inanan bir genelev sahibi,
-Diğeri ise duanın gücüne kesinlikle inanmayan bir imam ve cemaati…!
Aynen günümüzde olduğu gibi kimi dinsizlerin menfaat ve çıkarları uğruna nasıl dindar gözüktükleri ile kimi dindarların çıkarları uğruna nasıl dini inkar ettiklerinin hikayesidir.
..
Dinde zorlama yoktur, baskı yoktur, aldatmaca ve yalan yumağıyla hareket edilmez, ilkeleri sadece yazıyı yazan bana ait ilkeler değil, tüm ilahi dinlerin, inançlarında temel yapısında olan kurallardır. Zira yaşadığınız ülke idaresinde “LAİKLİK” ilkesi var ise tüm inanç ve ibadetlerinizde alabildiğine özgür, dini kural ve dayatmalar yok kabul edilir. Kişi inanç ve ibadetlerinde bireysel bir tutum ve davranış sergiler, diğer bir bireyin özgürlük kurallarını çiğnemeyecek kadar.
Menfaat ve çıkar düşkünü biri olmak kişiyi dininden eder mi? Kişilerin bu soruya cevap vermeye yeltenmeleri dahi şirktir, ahlaki tanımıyla hadsizliktir. Toplumsal ortak menfaat ve çıkar var ise, karşı duruş sergileniyor ise bencil, egoist gibi tanımlamalarla eşleştirilebileceği gibi etik dışı tutum ve davranışı, dayatmacı halleri ile ahlaksız tanımına denk düşer.
Mir Murat Demir
Yorum Yazın