Kimse din, dil, ırk, anne, baba seçme hakkına sahip değildi, onunda suçu sadece Yahudi olarak dünyaya gelmekti. Ertesi gün gaz odasına konulup hayatı bitirilecek olan alman kadının simsiyah saçları, o gece bembeyaz olmuştu. Yani, ölümü beklediği gecenin sabahına….
Ölüm… İşte buyurun acının ve korkunun insan organizması üzerine etkisini açıklamaya yeter de artar bu hikâye. Kuzguni siyah saçlar, nasıl olur da birkaç saat içinde bembeyaz olabilir? Gerçi internetten yaptığım uzun araştırmalar sonucu çekilen acıların zevke dönüşebileceğine bile inanmaya başlar gibi oldum. Deniz Gezmişler asılmaya giderken niçin o denli heybetliydi. Bir insan vatanını o denli sevmiş bile olsa, onların korkularını tetikleyen nedenler farklı mıydı acaba? Bilemiyorum…….evet, ben Seçil… inanının bilmiyorum..
Aslında ben sanırım şunu izah etmek istiyorum; insanoğlu fizik olarak organlarından birisi hasta olduğu zaman, ona alışıyor ve duçar olduğu hastalığıyla yaşamasını öğreniyor. Bazen ballandırarak şu hastalığım var bu hastalığım var gibilerinden sayıyor bile..) Vücudunda sayısız hastalık olmasına rağmen, psikolojik olarak mutlu insanlar tanıyorum. Ama bazıları var ki hastalığının arkasına sığınıyor, ne bileyim, sinirlilik halini genelde diyabet hastalığına bağlarlarda, arkadaşım derdi, bende diyabet hastasıyım ama sinirli değilim, onun için bende arkadaşımın dediği gibi inanmıyorum, bu insanların hastalık arkasına sığınmalarına,
Mesela aşk ve nefret birer gerçek duygudur. İkisini de yaşamış biri olarak çok iyi bilirim, Bizi ayıran ne olursa olsun biz bu gözlerimizle göremediğimiz duygulara şiddetle bağlılık gösteriyoruz. Leyla ile Mecnun-Yusuf ile Züleyha, Ferhat ile şirinin hikâyeleri yakından incelenirse, bunların ölüm sebebi de gözle görünmeyen duygusal bağlarının koparılması ile meydana geldiğine şahit olursunuz,
Siz değerli Haber caddesi okurlarım için kaleme almak istediğim, asıl telafi edilmesi mümkün olmayan bir acıyı göstermek…Bir annenin çocuğunu kaybettiği sebebiyle duymuş olduğu ıstırap….Organlarının birisinin kesilmesi gibi bunun benzeri bir durum…Duygusal bağlılığın bozulması da ölüme kadar ileri gidebilecek bir durum. Yani kuvvetli üzüntüler bir canlının, hele de bir annenin ölümüyle noktalanabilir cinsten. Küçük yaştaki henüz 9 yaşındaki evladı elinden koparılıp alınan bir anne o üzüntüsüne rağmen hala daha yaşıyorsa bu istisnadan başka bir şey değil. Görecek günleri var demek, Geçmişte gazeteci arkadaşımın mezarlıklar üzerine yaptığı bir araştırmasında okumuştum, Mezar taşı üstünde yazan bir yazıyı haberine taşımıştı.
Ey kara toprak dinle,
Dertleşeceğim seninle,
Altında yatan oğlum
9 yıllık bir fide,
O sana çok az bastı
Sen ezme onu!…. Arkadaşım bana bu şiiri, araştırma yaparken,
Karacaahmet mezarlığında bir mezar taşından aldığını söylemişti… offff… ne kadar acı,… 9 ay karnında taşıyıp, 9 yıl gözün gibi baktığın evladının sabun gibi elinden kayıp gitmesi ne kadar acı…
Acının bir insanı veya hayvanı ne hale getirdiğini görmek istiyorsanız, bir ananın elinden evladını koparıp alın! Hiçbir yatıştırıcı, hiçbir terapi, hiçbir canlının tesellisi o annenin ciğerindeki yanığı serinletemeyecektir. Kimsenin parmak izi kimseye benzemezken, Allahın lütfu olarak anne ile yavrusunun ayak topuk izleri aynıdır. Bu da bir Anne ile yavrusunun hayata bağlanma işaretidir. Yavrusunu kaybeden hatun, ta ki o topuğunda kodlanan izin benzerine kavuşuncaya kadar sızlanacak…
Velhasıl, her acının bir dönüşümü, bir çaresi vardır ama Evlat acısının asla… Şehit annelerine saygılarımla…
Haftaya pazartesiye, Habercaddesinde başka bir konuda buluşmak üzere kalın sağlıcakla..
Seçil Eskioğlu
Gazeteci - Yazar
Yorum Yazın