Bugünkü yazımda da Manisa’nın efsane insanı “Manisa Tarzanı”nı yazmak istedim.
İsmini henüz ortaokul sıralarında iken, coğrafya öğretmenimden duymuştum. Öğretmenim Manisalıydı, bizlere Manisa’yı anlatırken Manisa Tarzan’ından uzun uzun bahsetmişti.
Türkiye’nin ilk çevrecisi denildiği zaman benim aklıma gelen isimlerden biri “Manisa Tarzanı”lakabı ile bilinen, bugün Manisa da heykeli dikilmiş olan Ahmet Bedevi’dir.
Manisa Tarzanı gerçek bir efsanedir.
Aslen Kerkük’lü bir Türkmen’di, Kurtuluş Savaşı’na katılmak için Kerkük’ten yola çıkmış, yürüye yürüye Anadolu’ya gelmiştir.
Önce Kafkas Cephesi’nde, sonra da Gaziantep ve Kilis’in kurtuluşu için savaşmıştı.
Düşmanların yurttan kovulması için İzmir’e gidenler arasındaydı. Sonrasında yolu Manisa’ya düşmüş. Üç yıl boyunca Yunan işgali altında kalan şehrin yakılıp yıkılmış olduğunu görünce dizlerinin üstüne çökmüş, ağaçlar için hüngür hüngür ağlamış, sonra da ayağa kalkıp Manisa’yı yeniden ‘Yeşil Manisa’ yapmaya yemin etmiştir.
O günden sonra oldukça sade bir yaşam sürmüş, her yeri yeşillendirmiş, dağlarda yaşamıştır.
Daha sonra da kendine Spil Dağı’nda küçücük bir kulübe yapmış ve ölene kadar hayatını orada sürdürmüştür.
Ahmet Bedevi’nin ağaçlar konusunda yaptığı çalışmalar, Belediyenin ilgisini çekince 1933 yılında Manisa Belediyesi’nde bahçıvan yardımcısı olarak işe başlamıştır ama o neredeyse tüm maaşını tohum ve fidan almak için harcamıştır.
Çok meraklı, ilgili ve sevecen kişiliğiyle herkese kendini sevdirmiş, Halk Eğitim Merkezi’ndeki derslere katılarak yeni Türk harflerini öğrenmiş, düzenli olarak gazete ve dergi okumuştur.
Sık sık, açık hava sinemasına gidermiş, 1930’lu yıllarda yine bir gece tüm dünyada ilgi uyandıran “Tarzan” filmini izlerken, Manisalılar Tarzan’ın yaşayışını Ahmet Bedevi’ninkine çok benzetir ve Bedevi’ye dönerek “Tarzan, Tarzan!” diye seslenirler.
İşte o gün kendiliğinden adı “Manisa Tarzanı” oluverir.
Önceleri kısa pantolon ve atletle dolaşan Tarzan, o günden sonra atletini de çıkartarak gerçek bir Tarzan’a dönüşür.
Manisa Tarzanı ağaçlara “Evlatlarım” diye hitap eder, insanları çok sevdiği ve barışçıl bir kişiliği olduğu için, küfrettiği ve kalp kırdığı da görülmemiştir.
Sözlerini hep sevgiden yana seçip, insanlara, hayvanlara, doğaya elinden geldiğince iyilik yapmıştır.
Manisa dağlarında, ovalarında, rüzgârın usul usul salladığı ağaçların herbirinde onun emeği vardır. Eğer bugün Manisa ve çevresi ağaçlar içindeyse bunu Manisa Tarzanı’na borçluyuz.
Hayatına dair pek çok hikaye vardır fakat ben size en ilginç olanını anlatacağım:
Manisa Tarzanı hiç evlenmemiştir, kız arkadaşı olmamıştır ama o hayatı boyunca sadece bir kişiye aşık olmuştur.
Ve bu insan zamanın en meşhur solistlerinden hepimizin sevdiği Müzeyyen Senar’dır.
Müzeyyen Senar en popüler zamanlarında İzmir’de verdiği konserlerinin ardından bir diğer konser yeri olan Manisa’ya geçmiştir.
Yıl 1950… Manisa da bulunduğu sırada, hergün kapısına bilinmeyen biri tarafından, bir demet çiçek bırakılır. Bunun gizli bir hayranından geldiğini fark edeli çok olmuştur, yine bir sabah kalkıp kapıyı açtığında, kapının eşiğine bir buket çiçek bırakmak üzere olan hayranını “suçüstü” yakalar.
Siyah saçlı, kara kaş, kara gözlü, göbeğine kadar simsiyah sakallı, adaleli bir adamdır, üzerinde elbise diye giydiği çul lime limedir.
Çiçeği bırakmış, tam arkasını dönüp gitmek üzereyken..
Müzeyyen Senar “Dur” diye seslenir,
Adam olduğu yerde durur.
“Sen hep bana çiçek getiriyorsun, kaçıp gidiyorsun, sana bir teşekkür bile edemiyorum” der.
Müzeyyen Senar’ın oğlu Ömer de annesinin bacaklarına sarılmış, merakla adama bakmaktadır.
Adam çocuğu parmağıyla gösterir.
“O da benim gibi, onu çok seviyorsun” der.
Yani inceden inceye “Beni de sevebilirsin” mesajı verir.
Müzeyyen Senar onun kim olduğunu tanımasa da anlamıştır. Yaz-kış bir şortla, yalınayak gezen Manisa Tarzanı’dır.
Yakında yurtdışına gideceğini, güzel bir kot kumaşı getirip kendisine şort yapması için hediye edeceğini söyler.
Tarzan bu teklifi reddeder:
“Yok onu istemem, bana yerli malı bir kumaştan şort diktirip ver yeter” der.
Konuşacak laf bulunamadığından muhabbetin tıkandığı yere gelmişken Tarzan birden sorar:
“Benim yaşadığım yeri görmek ister misin?”
Aklına eseni yapmakla bilinen Müzeyyen Senar, teklifi reddetmez, hemen rahat bir pantolon ve ayakkabı giyip, Tarzan’ın peşine düşer. Manisa Çarşısından meraklı bakışlar arasında geçip dağlara doğru yönelirler.
Biraz tırmandıktan sonra bir mağaranın önüne gelirler. Tarzan, eliyle içeriyi göstererek Müzeyyen’i davet eder.
Mağaranın içine girdiklerinde çok şaşırır öyle ki, Tarzan yaşadığı mağaranın içini Müzeyyen Senar’ın resimlerinin olduğu gazete sayfalarıyla donatmıştır.
Manisa Tarzanı kendisinden 19 yaş küçük olan Müzeyyen Hanıma deli gibi aşıktır ve birden sorar:
“Bankada altmış liram var, Belediye otuz lira da maaş veriyor. Benimle evlenir misin? Sana da çocuğuna da iyi bakarım”
Müzeyyen Hanım tanımasa bile insanlara hemen hayır diyen bir tip değildir. İstanbul’a gideceğini, bitirmesi gereken işleri bitirip bu teklifi düşüneceğini söyler.
Manisa Tarzanı İstanbul’dan gelecek cevabı anlamıştır, hiç üstelemez.
Müzeyyen Hanım’a Tarzan hakkındaki son haberi 1980 yılında Manisa’da konser veren Barış Manço getirir.
“Abla biliyor musun” der.
“Orada senin adına yapılmış bir çeşme var.”
Müzeyyen Senar çok şaşırır. Böyle bir haber alacağı hiç aklına gelmemiştir, sırf o çeşmeyi görmek için ilk fırsatta Manisa ya gider.
Çeşmeyi 1963 baharında ölen Manisa Tarzanı yaptırmıştır.
Çeşmenin taşında adının sadece “YEN” hecesi ile soyadının “S” harfi kalmıştır, Müzeyyen Senar’ı ağlatan o çeşme hâlâ duruyor mu bilmiyorum ama bildiğim taşın koruyamayıp sildiği “Müzeyyen Senar” isminin artık milyonların yüreğinde kazılı olduğudur.
31 Mayıs 1963’te aramızdan ayrılan bu doğa sevdalısını sadece anmakla kalmamalı, onu anlamaya da çalışmalıyız, çünkü Manisa Tarzanı’nı anlatmak için önce anlamak gerekir.
Çınarların, meşelerin, söğütlerin, çam ağaçlarının, zakkumların, dağ lalelerinin, yabani otların özetle yeşilin, dostuydu.
Yaşamı boyunca doğayla bütünleşmiş, modern insanın tüketim ve konfor alışkanlıklarına sırtını dönmüş biriydi.
Bugün adına “Çevreci” dediğimiz pek çok hareketin öncüsüydü.
Bundan onlarca yıl önce, Manisa’nın sıcağında, kendini Manisa’nın ağaçlandırılmasına adamıştı.
O bir dağ adamı değil, içi sevgi dolu bir Manisa aşığıydı.
Hoşçakalın, Hoş kalın.
ESRA SONGÜLER
HABER CADDESİ EDİTÖRÜ
Yorum Yazın