Fıkrayı bilmeyeniniz yoktur değil mi?
“Akşehir'in beyleri Hoca'yı yemeğe davet etmişler. Hoca nereden bilsin; davete, günlük kıyafetiyle katılmış. Katılmış ama ne hoş geldin, ne sefa getirdin diyen var. Herkes, allı pullu kıyafetlilere el pençe duruyormuş. Hoca, bir koşu evine giderek, sandıktaki işlemeli kürkünü giyip yemeğe geri dönmüş. Az evvel hoş geldin bile demeyenler, önünde yerlere kadar eğilmişler. Hoca'yı, yere göğe sığdıramayıp baş köşeye oturtmuşlar. Kuzunun en hasını önüne koymuşlar. Herkes Hoca'nın yemeğe başlamasını bekliyormuş. Hoca, bir taraftan kürkünün kolunu sofrada sallamaya, bir taraftan da "Ye kürküm ye, ye kürküm ye!" demeye başlamış.
– İlahi Hoca, demişler, kürkün yemek yediğini kim görmüş?
Hoca taşı gediğine koymakta gecikmemiş:
– Kürksüz adamdan sayılmadık… İtibarı o gördü, yemeği de o yesin.
Fıkra deyip geçerizde gerçek hayatta ta bu böyle değilmi? İnsanlar karşısındakinin kültür seviyesine, bilgi seviyesine bakmıyor, baktıkları tek şey üstündeki giysiler, hatırlarsanız, çok iş yerlerde eleman alırlarken, bilmem dikkatinizi çeker mi şöyle yazar “Prezantabl görünümlü bayan eleman aranıyor” yani sizlerce o bayan elemanın sadece fiziki görünüşü önemli değilmi, isterse kara cahil olsun, hiç önemli değil, çünkü o bir eşya, alıp vitrine mi koyacaksın !…
Gürcistanda bu konuda sosyal deney yapmışlar, mizansen şöyle..
“Bilinen bir meydanda iyi giyimli bir çocuk, gelen geçen seviyor, okşuyor, bir isteği olup olmadığını soruyor.
Aynı çocuğun yüzüne makyaj yapıyorlar, hırpani bir kıyafet giydiriyorlar, aynı yerde duruyor.
Bu kez yüzüne bakan yok, çocuk onlara elini uzatsa elini itiyorlar, bu kıyafetle lokantaya giriyor, garsonu çağrıp dışarı attırıyorlar.”
Ne kadar acı değilmi… İnsanların özüne değilde, dışına değer vermek..
Dünyada insanlar her geçen gün mevki makamlarına göre değer bulmaktalar.
Bu insani ve ahlaki olarak çok üzücü bir durum, İnsana insan olduğu için değer vermesini bilmeliyiz.
Makamlar insanlara değil, insanlar makamlara şeref kazandırırlar.
Asalet dediğimiz şey diploma ile, para ile, mevki ile ölçülmez ki,
Arkadaşım anlatmıştı, çok güzel bir anekdottu, onu unutmam mümkün değil… her kahve içişimde onun bu anekdotu aklıma gelir,
Günlerden bir gün, Profesör emekli olmuş evine çekilmiş, birgün talebeleri kendi aralarında kararlaştırırlar ve hocalarını evinde ziyaret ederler…
Hoca
Çocuklar biraz bekleyin size kahve getireyim der,
ve mutfağa gider biraz sonra bir elinde Kettle diğer elinde bir tepsi ve tepsinin içinde kimi kristal, kimi plastik çeşitli bardaklar,
Herbiri Doktor, Avukat, Mühendis, olmuş, eski öğrencileri şaşırırlar, şaşkınlıkla hocalarını izlemektedirler, hoca durumu farkeder, ve
-Buyrun çocuklar , bardaklarınızı siz seçin, kendiniz kahveyi doldurun der,
Öğrencileri Kristal bardaklardan başlayarak seçerler, geriye, eski ve plastik adi bardaklar kalır… işte o zaman hoca öğrencilerine döner ve unutmayacakları bir ders verir,
-Çocuklar der, ben size bur şekilde ikram yapınca sizleri tahmin edebiliyorum, aklınızdan bu hocada bunamış dediniz değilmi de, hayır çocuklar ben bunamadım, bakın kalan bardaklara hepsi en adileri, yani sizler en kalitelilerini seçtiniz, iyi güzelde unuttuğunuz birşey vardı… Mesela o bardaklara doldurup içtiğiniz kahve… İşte o kahve şu Kettlenin içindeydi, hepiniz aynı kahveyi koydunuz ve içtiniz…
Öğrencileri şaşırmıştır, hocayı dikkatlice dinler,
-İşte der hoca hepimiz bu bardakların kaliteli olması için çalışırda, çalışırız ama unuttuğumuz bir şey var ki, o da içtiğimiz kahve , gördünüz ya kahve aynı kahve… yani demem şu ki, bardakları boşverin, ister kristal olsun, isten plastik, sen içindeki kahveye bak, ondan tad almaya çalış…
Durdum ve düşündüm, arkadaşım çok haklıydı, hepimiz o kristal bardakların peşinden koşuyorduk, ama hiçbirimizin aklına kahvenin aynı kahve olduğu gelmiyordu…
Yani başlığı attık ya “Ye Kürküm Ye” diye… ne diyeyim… Afiyet olsun !
Haftaya başka bir konuda buluşmak üzere kalın sağlacakla
Seçil Eskioğlu
Gazeteci - Yazar
Yorum Yazın